
419. Bülten’den
Toprağa ve Yaşama Saldırı; Zeytin Yasası Savaş sadece cephelerde, bombalarla ve silahlarla yaşanmaz. Bazen bir yasa tasarısında, bazen bir ruhsat kararında, bazen de diplomasi masalarında […]
Toprağa ve Yaşama Saldırı; Zeytin Yasası Savaş sadece cephelerde, bombalarla ve silahlarla yaşanmaz. Bazen bir yasa tasarısında, bazen bir ruhsat kararında, bazen de diplomasi masalarında […]
5/7/2019 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 7180 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5580 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunun ikinci […]
Yakın zamanda ülkece çok üzüldüğümüz bir olay yaşadık; Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in elektrik akımına kapılarak hayatını kaybetmesi. Başka yaralanmalar ve can kayıpları yaşanmaması […]
Bölüm 2: Tasarımının Gerçekleştirilmesi ve Müşteri Onayı IATF 16949’a uygun olacak şekilde Jant Tasarım ve Müşteri Onay Süreci şu aşamalardan oluşturulabilir. 2.1. Tasarım ve Proje […]
Sanayi Devrimi’nin ardından şekillenen modern endüstriyalizm, insanlık tarihinin belki de en radikal dönüşümlerinden birini yarattı. Doğa, üretim sürecinin yalnızca bir girdisi haline geldi; insan emeği ise mekanikleşmiş üretimin denetleyicisi olarak konumlandı. Bu süreçte doğa tahrip edildi, emeğin değeri aşındı ve toplumun büyük kesimleri yabancılaştı.
Bugün içinde yaşadığımız ekolojik kriz, iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin yok oluşu ve su, hava, toprak kirliliği gibi sorunlar; bu endüstriyalist yaklaşımın kaçınılmaz sonuçlarıdır.
Kapitalizm, doğanın insan tahakkümüne sokulması doğrultusundaki kapitalizm öncesi nosyonu onaylamakla kalmaz, aynı zamanda doğanın talanını toplumun temel yasasına dönüştürür. Üretim için üretim ilişkisi, burjuvanın sapkınlığı sonucunda değil hem yön verdiği hem de boyun eğdiği bizzat piyasa ağının sonucu olarak yaratılmıştır. Ona ekonomik çıkarlardan önce insan çıkarlarını gözetmesi doğrultusunda çağrıda bulunmak, otoritesinin onun maddi varlığının bir işlevi olduğu gerçeğini göz ardı etmek demektir.
Eko-Ekonomi: Sınırsız Büyüme Değil, Dengeli Yaşam
Kapitalist ekonomi anlayışının temelinde yatan sürekli büyüme hedefi, ekosistemlerin sınırlarını dikkate almaz. Oysa gezegenin kaynakları sınırlıdır.
Eko-ekonomi, ekonomik büyümeyi değil, ekolojik dengeyi, refahın adil dağılımını ve ihtiyaç temelli bir ekonomiyi savunur.
Bu bağlamda, eko-ekonomi modeli; tüketim çılgınlığına dayalı pazar ekonomisini değil, ihtiyaçlara göre şekillenmiş yerel, demokratik ve dayanışmacı ekonomileri ön plana çıkarır. Emeğin değeri, doğaya katkısıyla birlikte yeniden tanımlanır. Emek, yalnızca üretimin bir aracı değil, yaşamı yeniden inşa eden yaratıcı bir güçtür.
“Ekolojik bir toplum yaratmalıyız; yalnızca arzu edildiği için değil, doğrudan zorunlu olduğu için de. Hayatta kalmak için yaşamaya başlamalıyız. Böyle bir toplum, kapitalist teknoloji ve burjuva toplumunun tarihsel gelişiminin özellikleri olan; makineler ve emeğin en ince ayrıntılarına kadar belirlenmesi, kaynakların ve insanların devasa endüstriyel teşebbüsler ve kentsel birimlerde yoğunlaştırılması, yaşamın katmanlara bölünmesi ve bürokratikleştirilmesi, kentin kırdan ayrılması, doğanın ve insanların nesneleştirilmesi şeklindeki tüm eğilimlerin kökten tersine çevrilmesini gerektirir. Bana göre, bu kapsamlı tersine çevirme, kentlerimizi âdemi merkezileştirmeye başlamamız ve içinde yer aldıkları eko-sistemlerin kalıbına tam anlamıyla uyum sağlayan tümüyle yeni ekocemaatler kurmamız gerektiği anlamına gelir.”*
Toplumcu Mühendislik: Teknik Bilginin Demokratikleşmesi
Toplumcu mühendislik, mühendisliği yalnızca teknik problemleri çözen değil, toplumsal sorunlara duyarlı, doğa dostu bir disiplin olarak yeniden tanımlar. Bir mühendis artık yalnızca bir makine tasarımcısı değil, aynı zamanda toplumsal fayda ve ekolojik sürdürülebilirlik ilkeleriyle hareket eden bir tasarımcıdır.
Toplumcu mühendislik, karar alma süreçlerine halkın katılımını teşvik eder. Yerel bilgiye, kadın emeğine, geleneksel yöntemlere değer verir. Bilim ve teknolojiyi “ne pahasına olursa olsun ilerleme” aracı değil, yaşam kalitesini artıran ama doğaya zarar vermeyen bir araç olarak konumlandırır.
Bu anlayış, mühendislik eğitiminin yeniden yapılandırılmasını; teknik bilginin, etik, ekolojik ve sosyal boyutlarla harmanlanmasını da gerektirir.
Doğa ile uyumlu bir üretim modeli, sadece teknik tercihlerle değil, etik bir mühendislik anlayışıyla mümkündür. Kaynakları hoyratça tüketen sistemin yerine, döngüsel ve doğaya saygılı üretimi savunan toplumcu mühendislik, bu dönüşümün halktan yana, adaletli ve katılımcı biçimde gerçekleşmesini sağlar. Mühendislik artık yalnızca verimlilik değil, yaşanabilir bir gelecek için sorumluluk demektir.
– Murray Bookchin’in “Ekolojik Bir Topluma Doğru”