İklim Değişikliği Kanun Teklifi Hakkında…

Meteoroloji Mühendisleri Odası İzmir Temsilcisi

İklim Değişikliği Kanunu Teklifinden, meslek odaları, çevreyle ilgili çalışma yapan kişi ve kuruluşlar, 26 Şubat 2025 tarihinde TBMM Çevre Komisyonu’nda kabul edilerek, o(na)ylanmak üzere TBMM gündemine gelmesiyle haberdar oldu.

Bilimsel verileri içermeyen, kamu yararını gözetmeyen bir anlayışla hazırlanmış olan, 17 madde, 3 geçici maddeden oluşan teklif 15 Nisan 2025 ‘de tekrar çalışılmak ve tartışılmak üzere geri çekildi.

Teklifin, uluslararası ve yerli sermaye gruplarının önceliklerine göre şekillendiği, karbon ticareti, yeşil büyüme ve net sıfır emisyon gibi kavramları esas aldığı, 1 ve 2 bölümünde, İklim değişikliği ile başlayan ancak 7. Maddesinden sonra ticari bir yapıyı tariflediği, mevcut kanun ve yönetmeliklerle denetlenmeyen, madencilik, fosil yakıt üretimi ve sanayiden kaynaklanan ekolojik tahribatın azaltılmasına yönelik herhangi yeni bir düzenlemenin yer almadığı görülmüştür.

“Plansız kentleşme ve doğa tahribatı olduğu gerçeği göz ardı edilmiş, verimli tarım arazilerinin ve dere yataklarının yapılaşmaya açılması…”

İklim değişikliğinin kentler üzerindeki etkileri konusunda, kentlerde yaşanan afetlerin temel nedeninin plansız kentleşme ve doğa tahribatı olduğu gerçeği göz ardı edilmiş, verimli tarım arazilerinin ve dere yataklarının yapılaşmaya açılması, yeşil alanların daraltılması ve altyapı planlamalarının meteorolojik veriler dikkate alınmadan yapılması, doğal olayların afete dönüşme riskini artırdığı gibi hususlara da yer verilmemiştir.

İklim, meteorolojik olayların istatistiksel bir bütünüdür ve iklim ile ilgili tartışmalara yaklaşımda, yaşanan meteorolojik olayların gerçekleşme değerleri ve olasılıkları dikkate alınmalıdır. Giderek artan meteorolojik karakterli afetlerin baş sorumlusu olarak İklim Değişikliğini kabul etmek temel sorunların gözardı edilmesine neden olmaktadır.

Giderek artan bir şekilde yaşanan, göllerin ve akarsuların su miktarları bakımından yaşadığı sorunlar değerlendirildiğinde, akarsular ile göllerin suları azalmakta ve kalite bakımından olumsuz yönde değişmektedir. Su bütçesinin değerlendirilmesi için Ülkemizde yağış miktarları üzerinde yapılan çalışmalarda yağışlar analiz edildiğinde, toplam yağışlarda bir azalma olmadığı tespit edilmiştir. Ancak, su toplama havzaları, su kullanımı ve su yapıları incelendiğinde göllerin ve akarsuların su miktarının azalmasının ya da kurumasının yağış değişimlerinden değil, havzadaki yapılaşmalar ile diğer etkilerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

“Bir orman yangınını doğrudan iklim değişikliğiyle ilişkilendirmeden önce, yangının çıkış sebebini ve etkilenen alanın özelliklerini detaylı bir şekilde incelemek gerekmektedir.”

Bir diğer sorun olan orman yangınlarında, meteorolojik koşullar kritik bir rol oynamaktadır. Yüksek sıcaklık, düşük nem ve rüzgârlı hava koşulları, orman yangınlarının kontrol altına alınmasını son derece zorlaştırmakta, hatta bazı durumlarda imkânsız hale getirmektedir. Orman yangınlarının çıkış nedenleri olarak ele alındığında, yaklaşık %90’ı doğal olmayan nedenlerden, yaklaşık %10’u ise doğal nedenlerden oluşmaktadır. Bu nedenle, bir orman yangınını doğrudan iklim değişikliğiyle ilişkilendirmeden önce, yangının çıkış sebebini ve etkilenen alanın özelliklerini detaylı bir şekilde incelemek gerekmektedir.

Tarımsal üretimde meydana gelen değişimler için ise, tarım alanları, ormanlar ve meraların özellikleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Bu ekosistemlerin değişiminde birçok faktör rol oynarken, insan kaynaklı faaliyetlerin ve arazi kullanımındaki değişikliklerin etkisi dikkatle analiz edilmelidir. 

Özetle; sel ve taşkınlar, göllerin ve akarsuların su miktarlarındaki azalma, orman yangınları, tarımsal üretimde meydana gelen değişimler, tarım alanları, meraların dramatik bir şekilde azalmasını İklim Değişikliğine bağlanması sorunları çözümsüz kılmaktadır.

“Net sıfır temelli oluşturulan yapı uluslararası şirketlerin amaçlarına hizmet edecek”

Kentleşme ve İklim ilişkisinden bahsedersek, kentleşme ile doğal alanları dönüştürdüğü için bölgenin meteorolojik olaylar üzerindeki etkilerini de değiştirmektedir. Kentleşme bir plan kapsamında ve planlarda meteorolojik parametreler dikkate alınmadan yapıldığı sürece, olağan meteorolojik olayların kent çapında afete dönüşmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Son zamanlarda, kentlerde meteorolojik parametrelere bağlı yaşanan sorunlar iklim değişimine bağlanarak “iklim değişimine dirençli kentler” yaklaşımı ortaya konmakta ve bu konularda bolca raporlar hazırlanmakta ya da hazırlatılmaktadır. Ancak, yaşanan sorunların nedenleri bilinmesine rağmen, bu kavramın aslında kentlerin mevcut sorunlarını gizlemek amacıyla mı ortaya atılmaktadır. Geçmişten beri ölçülen, gerçekleşeceği öngörülen ve hatta uç değerlerde olmayan meteorolojik olaylara direnemeyen kentlerin, değişen iklim koşullarına nasıl dirençli hale getirileceği sorusu ise yanıtsız kalmaktadır.

Kentlerde yaşanan sorunların temelinde iklim değişimi değil, meteorolojik parametrelerin dikkate alınmaması yatmaktadır. Bu noktada sorulması gereken temel sorular şunlardır:

  • Tüm bu olumsuzluklar neden iklim değişimi ile açıklanmaya çalışılmaktadır?
  • Yaşanan olaylarda, iklim değişiminin yanı sıra diğer etkenlerin ve sorumlulukların da göz ardı edilmesinin nedeni nedir?

Bu soruların yanıtlarını aramak, kentleşme politikalarının eksikliklerini ve çözüme yönelik gerçekçi yaklaşımları ortaya koymak açısından büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda iklim değişimine dirençli kent söylemi ne kadar samimi ve gerçekçidir?

TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası olarak bilimsel bir beklenti olan İklim Değişikliğine bağlı olarak meydana gelen meteorolojik karakterli afetlerin ve sorunların en aza indirilmesi için kısa, orta ve uzun vadeli önlemler alınması gerektiği defalarca gerek bilimsel platformlarda, gerekse basın aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır.

Odamızca yayınlanan, Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler ve Meteorolojik Önlemler Raporunda meteorolojik olayların etkilerinin analiz edilmesinin yanı sıra iklim değişikliğinin de dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır.

Doğal nedenlere bağlı yaşanan iklim değişiminin yanı sıra, özellikle 1900’lü yıllardan itibaren insan kaynaklı faaliyetlerin neden olduğu karbon emisyonlarının artış eğilimi nedeniyle küresel ısınma üzerindeki etkisi görülmeye başlanmıştır. Atmosferde biriken karbon emisyonlarının, küresel sıcaklık artışına yol açarak ana iklim kuşakları ve alt iklim bölgeleri üzerinde değişimlere neden olmaya başlamıştır ve devam etmektedir, edecektir. Bu değişimler her bölgeyi farklı şekilde etkilemesinin yanı sıra, meteorolojik olayların ekstrem değerlerini ve sıklığını da değiştirmektedir.

Ülkemizde İklim Değişikliği ile ilgili tartışmalar, Kyoto Protokolü (COP3) ile ülke gündemine girmiştir. Bu süreç iklim değişikliğine karşı mücadele olarak tanımlanmış ve “Türkiye’nin finansman ihtiyacı, kapasite arttırımı, finansman, teknoloji transferi gibi konularda çalışma yapılma olanağı doğmuştur” şeklinde açıklamalarla kamuoyuna sunulmuştur. Bu gelişme akademik çevreler tarafından tartışılmış, bazı kesimler bu yaklaşıma sahip çıkılması gerektiğini savunmuşlardır.

Bizler, İklim değişiminin önemini sürekli vurgulayarak, her meteorolojik olayın da iklim değişimiyle ilişkilendirilmesini de hatalı ve eksik olacağını belirtmiştik. Bunun yerine, doğal alanların, su havzalarının korunması, atmosfere sera gazı salımlarının azaltılması yönünde somut adımlar atılması gerektiği belirtmiştik.

Bu uygulamalarda küresel ölçekte iş birliğinin sağlanmasının önemi belirtilerek, ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarının da dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Sürecin Kyoto Protokolü’nde belirtilen ilkeler doğrultusunda ilerlemesi durumunda, dünya genelindeki eşitsizliklerin daha da derinleşebileceği, emisyon azaltımı ile ilgili ciddi adımlar atılamayacağı belirtilerek sürecin iyi analiz edilmesi gerektiği dile getirilmiştir.

2000’li yıllardan sonra meteorolojik olaylara bağlı yaşanan afetlerin iklim değişimi ile ilişkili olduğuna dair haberler yoğunluk kazanmıştır. Hemen hemen tüm meteorolojik parametrelere bağlı yaşanan afetler iklim değişimi ile açıklanırken, taşkın alanlarının yerleşime açılması, doğal alanların yok edilmesi, sulak alanların daraltılması gibi faaliyetler son hızıyla devam etmiştir.

Her yıl farklı bir ülkede düzenlenen Taraflar Konferansı (COP) toplantılarından Paris Anlaşması (COP21)’nın uzun vadeli hedefi, endüstrileşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışının 2°C’nin altında tutulmasını sağlamak, mümkünse bu artışı 1,5°C ile sınırlamaktır. Bu hedefe ulaşabilmek için fosil yakıt (petrol, kömür) kullanımının azaltılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmesi gerekmektedir. Ancak önerilen bu süreç, uluslararası gerçeklikler göz önünde bulundurulduğunda, yoksulların haklarını gözetmeden kirletenlerin lehine olacak şekilde gelişmektedir.

“Doğanın finansallaştırılması, 2011 yılında İngiltere Çevre Bankası kurulmasıyla başlamıştır”

Doğanın finansallaştırılması, 2011 yılında İngiltere Çevre Bankası kurulmasıyla başlamıştır. Kapitalist ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerden istedikleri karbon azaltımı için sağlanacak finansmanı, bu ülkelerin ekonomilerini küresel sermayeye açıp açmayacaklarına bağlı kılmıştır.

Bir sonraki aşama olarak, Uluslararası bazı şirketlerce kurulan Doğal Varlık Şirketi anlaşmasından hemen sonra Glasgow Birleşmiş Milletler Konferansı (COP26) gerçekleştirilmiştir.

Küresel anlamda tablo bu iken önümüze gelen Kanun Teklifinde, iklimle ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için gereken meteorolojik veri ve istatistiklerin dikkate alınmamış olduğu görülmektedir. Oysa; Meteorolojik olayların afete dönüşmesindeki artışın asıl nedeni, arazi rantına endeksli kent planları ile inşaat planları, projeleri ve uygulamalarında meteorolojik parametreler dikkate alınmayarak gerçekleştirilen arazi kullanımı ve sermaye odaklı faaliyetlerdir.

Günümüzde en çok gündeme gelen doğal afetlerden biri olan sel ve taşkınlar ele alındığında, öncelikle yağışların süre, şiddet ve frekans gibi farklı özelliklerindeki değişimlere bakmak gerekmektedir. Aynı ölçüm periyoduna sahip meteoroloji istasyonlarının yağış verileri incelendiğinde, sel ve taşkınların oluşmasına neden olan yağışların şiddet olarak önceki yağış değerlerini aşmadığı ya da hesaplanan gerçekleşebilecek yağış değerlerinden küçük olduğu   görülmektedir. Bu olayların oluşmasındaki en önemli ve bilinen neden, yerleşim alanlarının sel ve taşkın riski taşıyan bölgelere kurulmuş olmasıdır.

Günümüzde yürürlüğe konulmaya çalışılan sistem, gerçekten emisyonların azaltılmasını mı hedeflemektedir, yoksa başka bir amaç mı gözetilmektedir? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için öncelikle meteorolojik olaylara bağlı olarak yaşanan afetlerin doğrudan iklim değişiminden mi kaynaklandığını, yani yaşanan meteorolojik olayların beklenmeyen ve olağan dışı olup olmadığını dikkatle incelemek gerekmektedir.

Özellikle şu konuların ele alınması gerekmektedir:

  • Arazi kullanımındaki değişimler,
  • Nüfus yoğunluğu ve hareketliliği,
  • Kentleşme politikaları ve yerleşim yerlerinin fiziki konumu,
  • Sel ve taşkınların etkilerinin artması,
  • Tarımsal üretimdeki değişiklikler,
  • Orman alanlarının küçülmesi ve orman yangınlarının çıkış nedenleri,
  • Su kaynaklarının ve akış alanlarının doğal süreçlerinin değiştirilmesi,
  • Göllerin su dengelerinin bozulması,
  • Ulaşım yapılarının inşasında meteorolojik koşulların göz ardı edilmesi.

Tüm bu faktörler, doğrudan iklim değişimine bağlanarak göz ardı edilmiş ve günümüze kadar bu şekilde gelinmiştir. Ancak farklı görüşleri dile getirmeye çalışanların söz hakkı kısıtlanmakta, yaşanan olayların temel nedenleri bilimsel değerlendirmeler yapılmadan doğrudan iklim değişikliğine bağlanmaktadır.

Sonuç olarak, bu çerçevede kamuoyuna yapılan açıklamalar eşliğinde, uluslararası bir sürecin ürünü olan İklim Değişikliği Kanunu önümüze getirilmiştir. Ancak, bu kanunun getirdiği düzenlemelerin gerçekten küresel ısınmayı engellemek amacına mı hizmet ettiği, yoksa farklı ekonomik ve politik hedefleri mi gözettiği dikkatle değerlendirilmelidir.

Öncelikle bilinmelidir ki, bu teklifin gerekçesi ve tanıtımlarında sunulan bilgiler bilimsel gerçeklerle örtüşmemektedir.

2053 yılı hedeflenen, Net sıfır hiçbir şekilde gerçekçi olmayan bir hedeftir. Net sıfır yaklaşımı; fosil yakıt kullanımının azaltılması, karbon emisyonlarının doğal (orman gibi yutak alanları) veya teknolojik (karbon yakalama ve depolama) yöntemlerle dengelenmesi prensibine dayanır. Emisyonlarını doğrudan azaltamayan işletmeler ise karbon kredileri satın alarak net sıfır hedeflerine ulaşmayı amaçlar.

Net sıfır temelli oluşturulan yapı uluslararası şirketlerin amaçlarına hizmet edecek olup, ülkemizi doğal alanların korunması başta olmak üzere ekonomik alanda güçsüz kılacaktır.  

Bu yapı, atmosferi adeta bir ticari alan olarak ele almakta ve karbon piyasaları üzerinden yeni finansal mekanizmalar önermektedir. Ancak, bu finansal sistemin atmosferin korunmasında ne kadar etkili olduğu ve esas amacının gerçekten çevreyi korumak mı yoksa belirli ekonomik çıkarları desteklemek mi olduğu sorgulanmalıdır.

Kanun teklifinde madencilik, fosil yakıt üretimi ve sanayiden kaynaklanan ekolojik tahribatın azaltılmasına yönelik herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Avrupa Birliği’nin “Yeşil Mutabakat” çerçevesindeki politikalarına uyumlulaşma hedeflenirken, doğa ve kamu yararına yönelik etkin bir düzenleme getirilmemekte; aksine, karbon ticaretine dayalı bir finansal sistem öngörülmektedir.

Teklifin sera gazı salımlarını azaltmaya yönelik etkin önlemler içermediği, çevresel koruma yaklaşımı yerine emisyon ticaretine dayalı piyasa mekanizmalarını ön plana çıkardığı görülmektedir. Kanun teklifi, adında iklim kavramını barındırmasına rağmen, iklim değişikliği ile mücadeleye dair bütüncül ve bilimsel bir yaklaşım sunmamaktadır.

Tasarının 3. bölümünde ise, ticaret sistemin kurulması, piyasalar ve denkleştirmeler konu edilerek, karbon salımları üzerinden nasıl bir pazar oluşturulacağı anlatılmaktadır. Bu pazar yapısı anlatılırken, ormanlar ile su kaynaklarının korunması, gelişmişlik farklarının azaltılması, yoksulluğun giderilmesi gibi kulağa çok hoş gelen söylemlere sığınılmaktadır. 

Teklifte geçen bir başka kavram: Doğanın Finansallaştırılmasıdır. 

Doğal kaynakların ve alanların ekosistem hizmetlerinin veya biyolojik çeşitliliğin, finansal varlıklara dönüştürülerek piyasada alınıp satılabilir hale getirilmesi sürecidir.

Bu konunun araçları olarak, karbon kredileri ve emisyon ticareti, çevre dostu projeler için finansman sağlayan borçlanma araçları, ödemeye dayalı ekosistem hizmetleri, ekolojik zararları dengelemek amacıyla şirketlerin satın alabileceği krediler gösterilmektedir.

Doğanın finansallaşması uzun soluklu bir süreçte devam etmektedir. Bu süreçte amaç hiçbir zaman karbon emisyonlarının azaltılması olmamıştır.

Ülkemiz açısından bakıldığında, fiili olarak orman alanları başta olmak üzere tüm doğal alanlar yok edilmektedir. Mevcut uygulamalardan anlaşıldığı kadarıyla doğal alanların yok edilmesine devam edilecektir. Bu uygulama su güvenliği başta olmak üzere gıda güvenliği üzerinde büyük bir tehdittir.

Bu kanun teklifi bu süreci etkilemeyecektir. Bu süreç özellikle su kaynakları başta olmak üzere biyoçeşitliliği yok etmektedir. Yok etmeye devam edecektir. Mevcut orman alanlarımız üzerinde uluslararası şirketler başta olmak üzere belli anlaşmalar yapılıp yapılmadığını ise bilememekteyiz.

Karbon ticareti ile, karbon emisyonlarının emilimi için yeni alanlar oluşturulması değil, mevcut doğal orman alanlarının gizli ya da kısmı gizli anlaşmalar ile uluslararası şirketlere verilmesi ve bu şirketlerin bu alanlardan gelir elde etmesinin sağlanmasıdır. Bu durum yaşam alanları üzerinden özellikle kırsal kesimi, temel güvenlik açısından su ve gıda sektörünü çok fazla etkileyecektir.

Kanun tasarısı için sunulan genel gerekçeler dikkate alınarak değerlendirme yapmak gerekirse;

İklim değişikliği Kaynaklı Afetlerin etkilerini azaltmak için Dirençli şehirlerin oluşturulması iddiası

Yenilenebilir enerji kaynaklarının teşvikiyle doğa dostu üretim biyoçeşitliliğin korunması iddiası; 

Su ve gıda güvenliğinin artırılması için gereken tedbirlerin yasal düzenleme altına alınması iddiası; 

Oysa, mevcut mevzuatlar bu konularda yaşanan sorunların engellenmesi için yeterlidir. Sorun mevzuatın uygulanmamasından kaynaklanmaktadır.

Bu noktada temel olarak anlaşılması gereken, sera gazı salımların azaltılmasının, doğanın korunması ve tüm canlıların yaşamını sürdürebilmesi için kaçınılmaz bir gereklilik olduğudur. O halde; acil bir konu olan sera gazlarının azaltılması için atmosfere yayılan her türlü kirletici gaz ve partikül maddenin yasal sınır değerler çerçevesinde düşürülmesi ve mümkünse bu sınırların da altına inilmesini sağlayacak önlemleri içeren mevcut kanun ve yönetmelikler varken neden bu düzenlemeler tam anlamıyla hayata geçirilememektedir?

Enerji üretimi, sanayi, ulaşım, su havzalarının korunması, kullanılmış sular ile baca gazlarının keyfi olarak salınamayacağı, kent planlarının ve inşaatların nasıl yapılacağı, tarım, orman ve mera alanlarının ne şekilde korunacağı, tarımsal üretimde çiftçilerin ve orman köylüsünün nasıl destekleneceği, hayvan besiciliği, su ürünleri yetiştiriciliği, konutlarda enerji verimliliği ve tasarrufu, bina ısı izolasyonu, yağmur sularının atık sulara karıştırılmayacağı, koruyucu sağlık hizmetlerinin neler olduğu, nasıl uygulanacağı gibi bir çok konuda hizmetler ile üretimlerin nasıl planlanacağı ve yapılacağı ulusal mevzuatta belirlenmiştir. Neden mevcut düzenlemeler uygulanmamaktadır?

Sonuç olarak; İklim Değişikliği Kanun teklifi, iklim, kamu yararı, çevre ve ekoloji konularını barındırmayan, uluslararası şirketlerin taleplerini karşılayacak şekilde emisyon piyasası oluşturmayı amaçlayan bir ticari modeli tarif etmiştir.

Tartışılmak ve çalışılmak üzere geri çekilmesinin ardından talebimiz; geniş katılımlı toplantılarla bilimsel ve kamu yararını koruyan içeriğe sahip olmasıdır.

Tanıtımlar
Künye
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ ADINA SAHİBİ
Ziya Haktan Karadeniz
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Evrim Aksoy
BÜLTEN YAYIN KOMİSYONU SORUMLU YÖNETİM KURULU ÜYELERİ
Burcu Başpişirici
YAYINA HAZIRLAYAN
Orhan Bilikvar
YAYIN TARİHİ
5 MAYIS 2025
YÖNETİM YERİ
MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi Anadolu Cad. No: 40 K: M2 Bayraklı - İZMİR
Tel: (232) 462 33 33
Faks: (232) 486 20 60
www.mmo.org.tr/izmir
Yerel Süreli Yayın
MMO İzmir Şube yayın organı MMO üyelerine ücretsiz gönderilir.
Gönderilen yazıların yayınlanıp
yayınlanmamasına, TMMOB Makina
Mühendisleri Odası İzmir Şubesi
Yönetim Kurulu karar verir.
Yayımlanan yazılardaki sorumluluk
yazarlarına ilan ve reklamlardaki sorumluluk ilanı veren kişi veya kuruluşa aittir.
Bülten’e gönderilen çeviri yazıların kaynağı mutlaka belirtilir. Gönderilen yazılar, yazarlarına geri verilmez.
Bu web sitesi çerez kullanmaktadır
Sitemizin çalışması için gerekli olan çerezleri kullanıyoruz. Siteyi kullanmaya devam ederek bunları kabul etmiş olursunuz.
Bizi Takip Edin
MMO İZMİR
MMO
TMMOB