
416. Bülten’den
EŞİK AŞILDI: SÖZ HALKTA, İNİSİYATİF SOKAKTA İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, ardından gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan süreç, Türkiye siyasetinde uzun zamandır görülmeyen […]
EŞİK AŞILDI: SÖZ HALKTA, İNİSİYATİF SOKAKTA İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, ardından gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan süreç, Türkiye siyasetinde uzun zamandır görülmeyen […]
Son yıllarda dijital dönüşümün hız kazanması, iş dünyasında esnek çalışma modellerinin –özellikle uzaktan çalışma düzenlemelerinin– yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır. Uzaktan çalışma, teknolojik altyapıların gelişmesiyle birlikte çalışanların […]
YAZI DİZİSİ: Sessiz Tarih, Küçük Dev Kadınlar Marie Curie, bilim dünyasında iz bırakan ve tarihe adını altın harflerle yazdıran bir kadın bilim insanıdır. Hem fizik […]
Cem Karaca’nın 12 Eylül 1980 darbesi sonrası sürgündeyken bestelediği “Ceviz Ağacı” şarkısı ülkesine döndükten sonra, 1987 yılında çıkardığı Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar […]
Bilenler bilir, bilmeyenler hayrete düşer, akademide akıl almaz bir hiyerarşi vardır*. Profesörler, doçentlerden, doçentler doktor öğretim üyelerinden, doktor öğretim üyeleri de araştırma görevlilerinden hiyerarşik olarak üstündür. Sanmayın ki basamağın en altında kalan araştırma görevlisi kendini hiyerarşik olarak konumlandırmaz. Araştırma görevlisi de kendinden bir ay sonra atanan araştırma görevlisine üstünlüğünü kullanır. Listelerde ismi bile bu bir aylık farktan doğan sıraya göre yer alır! Bu sebepten yazımın başında sizlere benim de bir araştırma görevlisi olduğumu hatırlatmak isterim. Yazımın bundan sonrasını okuyup okumama kararınızı, içinizdeki küçük akademik kurulun oy çokluğuna bırakabilirsiniz.
24-28 Mart tarihleri arasında Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden öğrenciler ODTÜ’de şiddete maruz kalan arkadaşlarının çağrısına destek vermek ve ülkelerinde yaşanan hukuksuzluklara tepki göstermek amacı ile bir bildiri yayınlayıp hocaları ile paylaştılar. Yayınladıkları bildiride dersleri boykot edeceklerini belirttiler. Üniversitelerin senato kararlarına uygun biçimde hakları olan ders devamsızlıklarını, üniversitelerin bağımsızlığının ortadan kalkmasını protesto etmek için kullanmak istediler. Bu süreçte bildirilerinden okunduğu üzere öğrenciler, İstanbul Üniversitesinde alınan hukuksuz diploma iptali kararını sebep göstererek akademinin özgürlüğü ve üniversitelerin bilimsel bağımsızlığı önünde tehdit oluşturan uygulamalara karşı durmayı kendilerine bir vazife bilmişler ve buna dur demek için sorumluluk almışlardı. Hocalarına, yani akademisyenlere, onların sahip çıkmaları gereken alanları hatırlatmışlardı. Ne yazık ki öğrencilerin büyük bir kısmı bu vesile ile akademinin beklemedikleri duruşu ile sarsıcı bir yüzleşme yaşadılar. Bu duruş kendini, adeta o sımsıkı bağ kurduğu annelerinden hiç beklenmedik bir anda neyi, nasıl yanlış yaptığını anlamadan yediği tokat gibi suratlarında hissettirdi**.
Birkaç defa üniversitemizdeki öğrencilerin boykot eylemlerini gözlemde bulundum. Birbirinden farklı bölümlerden, birbirinden farklı politik düşüncelerdeki öğrenciler, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü savunmak, halkın iradesine, geleceklerine sahip çıkmak üzere kendilerini barışçıl ve demokratik bir biçimde ifade etmek üzere belki de ilk kez bir aradaydı. Bir keresinde araştırma görevlisi olduğumu anlayan bir grubun serzenişine tutuldum. Öğrenciler, akademik eğitim hayatları boyunca derslerine katıldıkları, koridorlarından geçtikleri, kantinde selamlaşıp yer yer kahvelerini birlikte içtikleri, Atatürkçü bildikleri X hocadan ya da milliyetçi bildikleri Y hocadan (Öğrencilerin hocaları tanımlamalarını politik bilinçleri hakkında bir miktar fikir vereceği düşüncesiyle bilinçli olarak kendi söylemleri biçiminde bıraktım) hiçbir cevap alamamıştı. Hatta bazı hocalar tarafından sınav, quiz, yoklama, disiplin suçu gibi araçlarla derste tutularak yıldırılmaya çalışılmıştı. Öğrenciler, özgür bildikleri akademinin otoriter ve baskıcı tavrından hayal kırıklığı içindeydi.
İşin gerçeği akademi çoktandır özgür değildi, kim bilir belki de hiç özgür olmamıştı! Ancak hiç olmazsa bir zamanlar akademinin bağımsızlığı ve özgür duruşu için mücadele edenlerle yan yana olmak mümkündü. Şimdilerde akademinin temel özelliklerinden biri olan çok seslilik ve eleştirel düşünceyi teşvik ölmüş yerini kaskatı şekilde otosansür almıştır. Otosansür o kadar katılaşmıştır ki özneleri bile artık gerçekte kim olduklarını unutmuştur. Unvanlar fikirlerin önüne geçmiş, baskılar hiçbir farklı sese izin vermeyecek şekilde artmıştır. Akademinin müziği durmuş, o caza benzeyen tınısı artık fondan bile duyulmamaktadır, duyulan ve dinlenen “korkunun” sesi haline gelmiştir. Akademi, adeta düşmanından korunmak için “ölü taklidi yapanlar” korosuna dönüşmüştür. Bu durum da nizamı korumak, hiyerarşiye uygun hareket etmek vs. gibi sözcüklerle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Gerçek bir akademik ortam ise caza benzer tınısı ile temelini akıl ve bilim üzerine inşa eden, kurallı, kurallı olduğu kadar doğaçlamaya açık bir müziktir. Merakına özgünlük katıp sorumlulukla ilerleyen, kimseyi en öne koymadan, ortaklaşa, şeffaf, özgürlükten ve çok seslilikten çoğalan, ana melodileri ve kontra melodileriyle, melodileri bozan, yeniden yenisini yaratan, daha çok özgürleşen, özgürleştikçe çoğalan, yaşayan ve dönüşen bir müziktir!***
Hatırlatmak isterim; müzik, zurnanın tepesinden üfürükçünün üfleyip de sıra sekmeden son deliğe kadar sızmayan havanın, zurnanın ağzından çıkınca çıkardığı nizami ses değildir. Bu nizami sesi müzikmiş gibi dinleyene haliyle ses, zurnanın ağzından değil de baskılara direnen son deliğinden çıkınca çatlak duyulur.
Sevgili öğrenci arkadaşlarım, onurlu duruşunuzla akademinin müziğini diriltme çabanızı saygıyla selamlıyorum.
Hocanız,
Zurn. Son Del. G. Ahu TURGUTLU
* Fikirleri unvanlarının önünde olan akademisyenlere bin selam!
**İstisnalardan biri olarak Eğitim Sen üyesi akademisyenler, öğrencilerin seslerine cevap verip 25.03.2025’de bir günlük hizmet üretmeme kararı vermişti.
***Bu noktada baskı altında özgür zihinlerden çıkan çalışmalara en güzel örneklerden biri olan Boğaziçi Caz Korosunun Çapulcular oldu mu, meydanlara doldu mu şarkısını anmadan geçemeyeceğim. Hatırlamak isteyenler linki tıklayabilir.