İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, ardından gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan süreç, Türkiye siyasetinde uzun zamandır görülmeyen bir toplumsal tepkiyi tetiklerken, toplumun ne kadar derin bir kırılma eşiğinde olduğunu ortaya koydu. Bu adım, sadece bir siyasi figüre yönelik bireysel bir müdahale değildir. Yıllardır biriken baskı, hukuksuzluk, yoksulluk ve adaletsizliğin üzerine kıvılcım çakan bir toplumsal müdahaledir ve umulmadık bir direnişe dönüşmüştür. Uzun süredir bastırılan sesler, bugün meydanlarda birleşirken, toplumun beklenmedik kesimlerinden alışılmadık biçimlerde yükselen bu itiraz dalgası, yalnızca bugüne değil, yarına dair de söz söyleme, inisiyatif alma iradesini göstermektedir. Görünen o ki, artık toplumun sabır eşiği aşılmıştır; sessizlik, yerini ortak bir öfkeye, yılgınlık ise çağıldayan bir direnişe bırakmıştır. Toplumun geniş kesimlerinde “Artık Yeter” duygusu büyürken, sokaklar, meydanlar, sosyal medya platformları bir anda halkın adalet, özgürlük ve demokrasi taleplerinin sesiyle dolmuştur. Ülkemizin sokakları, artık sessizliğin değil; umudu büyüten, sözü ortaklaştıran, iradesini kuran bir halkın varlığıyla dolup taşıyor. Gençlerden emeklilere, öğrencilerden işçilere, kadınlardan erkeklere ve LGBTİ+ bireylere kadar her yaştan, her kimlikten insan, bugün adalet, eşitlik ve özgürlük talebiyle meydanlarda buluşuyor. Yıllardır “apolitik” olarak tanımlanan genç kuşak, şimdi bu hareketin ön saflarında yürürken yalnız değil; tarihten bugüne uzanan mücadele belleği, bugün binlerce insanın adımında, sözünde ve direncinde yeniden can buluyor.
“SUSMUYORUZ, KORKMUYORUZ, İTAAT ETMİYORUZ!”
“Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” sözü, yıllardır feminist alanın direniş gösterme cesaretini, içinde öfke ve itirazı kuvvetle barındıran, umudu direniş gücünde bulan bir slogan olarak yankılandı. Yalnızca bir itiraz değil bir varoluş beyanı olarak baskıya boyun eğmeyen, korkuya teslim olmayan, otoritenin mutlak tahakkümünü reddeden kadınların sesi oldu. Susmamak, gerçeği dile getirme hakkını savunmaktır; korkmamak, bedeli olsa da adaleti talep etmeye devam etmektir; itaat etmemek ise sorgusuz kabule karşı çıkmak, eşit ve özgür bir yaşam için mücadele etmektir. Bu slogan, ifade özgürlüğü, adalet, eşitlik ve demokratik katılım hakkının kolektif talebidir. Bugün bu söz, toplumsal vicdanın sesi olarak meydanlarda yankılanıyor. Kadınların evde, sokakta, iş yerinde, okulda maruz kaldığı şiddete, ayrımcılığa ve eşitsizliğe karşı yükselttiği bu çığlık, yalnızca kadınların değil, susturulmak istenen herkesin sesi haline geldi. Yıllardır görmezden gelinen talepler artık toplumsal bir iradeye dönüşüyor. Kadınların uzun süredir savunduğu haklar –eşitlik, adalet, şiddetsiz yaşam, güvenceli iş, beden ve ifade özgürlüğü, siyasi temsil, bakım desteği ve laiklik– bugün toplumun her kesiminin ortak talebi haline geldi. Bu nedenle, feminist mücadeleyle bugünkü halk direnişi aynı toplumsal damar üzerinden akıyor. Çünkü hukuksuzluk kime yönelirse yönelsin, eşitsizlik kimi hedef alırsa alsın, sistematik baskı hangi gruba uygulanırsa uygulansın, sonunda kaybeden, bütün toplum oluyor. Hukuk ve adaletin kime ne zaman gerekeceği bilinmez. Gerçek demokrasi ancak eşitsizliğe karşı topyekün gösterilen bir direnişle mümkün olabilir.
Bugün sokaklarda yalnızca gençler değil, emekliler, öğrenciler, kadınlar, LGBTİ+ bireyler, işçiler, akademisyenler, engelliler ve yoksullar omuz omuza yürüyor. Her yaştan, her kimlikten, her politik görüşten insan, sadece kendi için değil, birbirinin hakkı için de mücadele ediyor. Dayanışmanın bu çok sesli ve çok kimlikli hali, toplumu ileri taşıyacak en güçlü dönüşüm potansiyelini barındırıyor. Tek sesli, otoriter yapılara karşı, eşitlikçi ve kapsayıcı bir gelecek ancak bu ortak direnişle inşa edilebilir. Bir kadının yaşam hakkı için yürüyen genç bir erkek, aslında kendi özgürlük alanını savunmaktadır. Ya da barınma hakkı için ses yükselten bir öğrenci, geçim mücadelesi veren bir emeklinin nefes alma hakkına sahip çıkmaktadır. Bu nedenle bugün atılan her adım, yalnızca bugünün itirazı değil; adil, eşit ve insanca bir geleceğin kurucu iradesidir. Bu mücadele, sadece muhalif bir ses değil, yeni bir toplumsal sözleşmenin çağrısıdır.
“MARJİNAL KİM?” KAMPANYASI: TOPLUMSAL DAYANIŞMANIN GÜCÜ
Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), yakın zamanda başlattığı “Marjinal Kim?” kampanyasıyla, toplumda marjinal olarak nitelendirilen kesimlere yönelik algıları sorgulamaya açtı. Bu kampanya, özellikle LGBTİ+ bireylere yönelik önyargıları ve ayrımcılığı ele alarak, herkesin eşit haklara sahip olduğu gerçeğini vurguluyor. EŞİK, bu girişimiyle toplumun farklı kesimlerinin marjinalleştirilmesine karşı durarak, kapsayıcı ve eşitlikçi bir toplumsal yapı için çağrıda bulunuyor. Bu kampanya, bültenimizde ele aldığımız geniş tabanlı direniş hareketiyle doğrudan örtüşmektedir. Toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelerek hukuksuzluklara, eşitsizliklere ve adaletsizliklere karşı ortak bir ses yükseltmesi, gerçek demokrasinin ve toplumsal adaletin tesisinde kritik bir rol oynamaktadır. Feminist mücadelenin yıllardır savunduğu hakların, bugün meydanlarda her yaştan ve cinsiyetten insanın talepleriyle birleşmesi, dayanışmanın ve kapsayıcılığın toplumları nasıl ileriye taşıdığının somut bir göstergesidir.
EŞİK’in “Marjinal Kim?” kampanyası, marjinalleştirilen grupların aslında toplumun ayrılmaz bir parçası olduğunu ve herkesin eşit haklara sahip olması gerektiğini hatırlatarak, toplumsal dayanışmanın önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu tür girişimler, farklılıkların zenginlik olarak kabul edildiği, herkesin eşit ve adil bir şekilde yaşadığı bir topluma ulaşma yolunda atılan önemli adımlardır
KURGUYLA BÜYÜYEN, HALKLA YÜZLEŞEN İKTİDAR
Mevcut iktidar, neredeyse çeyrek yüzyıldır toplumu yönetmek değil, yönlendirmek üzerine kurulu bir sistemi talan mantığıyla inşa etti. Gerçekleri perdelemek, eleştirileri bastırmak ve kamuoyunu manipüle etmek için sahneye konan sayısız politik ve toplumsal senaryo, yalnızca iktidarın gücünü tahkim etmekle kalmayıp aynı zamanda halkı birbirine yabancılaştırdı, kutuplaştırdı ve sindirdi.
Ergenekon ve Balyoz davaları, hukuk görünümlü siyasi operasyonlara dönüştürüldü. Sözde darbe girişimleri üzerinden yürütülen bu süreçler, ordunun, gazetecilerin ve muhalif aydınların tasfiyesi için kullanıldı. Delilsiz tutuklamalarla, hukukun üstünlüğü değil, siyasi iradenin üstünlüğü tesis edildi.
Gezi Direnişi, barışçıl bir çevre talebinden doğan çok sesli halk hareketi olarak tarihe geçti. Ancak iktidar, bu kolektif talebi “darbe girişimi” ilan ederek, sokakları kriminalize etti. Bu süreç, yalnızca bir parkın değil, kamusal alanın tamamının iktidar denetimine girmesinin başlangıcı oldu.
15 Temmuz darbe girişimi, karanlıkta kalan birçok yönüyle birlikte OHAL rejiminin ve tek adam yönetiminin zeminini hazırladı. Bu dönemde çıkarılan KHK’lar, binlerce insanı yargısız infaza uğrattı; kamu görevlerinden ihraç edilenler, susturulan akademisyenler ve işlerinden olan gazeteciler Türkiye’nin hafızasında kara bir leke olarak yer etti.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş, yalnızca bir yönetim modeli değişikliği değil, denetimsizliğin kurumsallaşması anlamına geldi. Parlamento etkisizleştirildi, yargı yürütmenin gölgesine girdi, medya tek elde toplandı.
Ve bugün geldiğimiz noktada, bu kurguların artık işlememeye başladığı, toplumu ikna etmeyen senaryoların çöktüğü bir dönemin eşiğindeyiz. Çünkü artık halk, kendi gerçekliğini yaşıyor ve sözünü yükseltiyor. Toplum, yok sayılanları görüyor, bastırılanları dinliyor, korkutulmak istenenlerle yan yana duruyor. Artık kimse, anlatılan senaryolara inanmıyor. Kimin terörist ilan edildiğini, kimin “marjinal” ya da “tehlikeli” ilan edildiğini değil, kimin susturulduğunu, kimin mağdur edildiğini sorguluyor. Bugün bu iktidar, kendi yazdığı hikâyenin sonuna yaklaşırken, karşısında senaryoya boyun eğmeyen, kendi hikâyesini yazmakta kararlı bir halkla yüzleşiyor. Bu yüzleşme, bir hesaplaşma değil yalnızca, yeni bir başlangıcın, yeni bir toplum sözleşmesinin, yeni bir eşitlik ve özgürlük çağrısının kapısı olmaya adaydır.
BÜLTEN YAYIN KOMİSYONU SORUMLU YÖNETİM KURULU ÜYELERİ
Burcu Başpişirici
YAYINA HAZIRLAYAN
Orhan Bilikvar
YAYIN TARİHİ
4 NİSAN 2025
YÖNETİM YERİ
MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi Anadolu Cad. No: 40 K: M2 Bayraklı - İZMİR Tel: (232) 462 33 33 Faks: (232) 486 20 60 www.mmo.org.tr/izmir
Yerel Süreli Yayın
MMO İzmir Şube yayın organı MMO üyelerine ücretsiz gönderilir. Gönderilen yazıların yayınlanıp yayınlanmamasına, TMMOB Makina Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu karar verir. Yayımlanan yazılardaki sorumluluk yazarlarına ilan ve reklamlardaki sorumluluk ilanı veren kişi veya kuruluşa aittir. Bülten’e gönderilen çeviri yazıların kaynağı mutlaka belirtilir. Gönderilen yazılar, yazarlarına geri verilmez.
Bu web sitesi çerez kullanmaktadır
Sitemizin çalışması için gerekli olan çerezleri kullanıyoruz. Siteyi kullanmaya devam ederek bunları kabul etmiş olursunuz.