415. Bülten’den

İktidar Hesapları; Baskı ve Korku, Siyah ve Beyaz

Türkiye, uzun yıllardır toplumsal kutuplaşmanın derinleştirildiği, siyasal manipülasyonların sıradan hale geldiği, iktidarın gücünü artırmak için stratejik hamlelerle toplumu şekillendirmeye çalıştığı süreçleri kesintisiz yaşıyor. Baskıcı iktidarlar, toplumun en kırılgan kesimlerini hedef alarak, onların haklarını pazarlık unsuru haline getirerek, dönemsel ihtiyaçlarına göre belirli gruplara “düşmanlaştırıcı” roller biçerek gücünü sağlamlaştırmayı politik bir yöntem olarak uygular. Gündemde olan ve LGBTİ+ haklarını hedef alan yasa tasarısı da bu minvalde görülebilir. Seçim dönemleri yaklaştıkça kutuplaştırıcı politikalar devreye sokulur ve toplumun belirli kesimlerini ötekileştirme ve düşmanlaştırma üzerinden güç pekiştirmesi yapılır. LGBTİ+ bireylerin varoluşunu tehdit eden, temel insan haklarını açıkça ihlal eden yasa tasarısı, Türkiye’deki otoriterleşme sürecinin tekrar eden bir tezahürü olarak okunabilir. Yalnızca muhafazakâr tabana yönelik bir “değerlerimizi koruyoruz” mesajı vermekle kalmayıp, aynı zamanda toplumsal muhalefeti parçalama ve farklı toplumsal kesimler arasındaki dayanışmayı engelleme amacına da hizmet ediyor.

Bu tablo, yalnızca LGBTİ+ bireylere yönelik değil, iktidarın kadın hakları konusundaki yaklaşımıyla da doğrudan bağlantılıdır. Kadınların kazanılmış hakları, yıllardır benzer şekilde siyasal pazarlıkların ve iktidarın güç hesaplarının bir parçası haline getirildi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararı, kadınları şiddete karşı koruyan yasal mekanizmaların adım adım işlevsiz hale getirilmesi, iktidarın yalnızca belirli bir kesimi değil, tüm toplumu kontrol altına almak için hak ve özgürlükleri nasıl araçsallaştırdığının en net göstergelerindendir. Otoriter yönetimler için haklar, korunması gereken evrensel değerler değil, siyasal stratejilerin parçasıdır. İşte tam da bu yüzden, bugün LGBTİ+ bireylerin yaşam hakkı için verilen mücadele, aynı zamanda kadın hakları mücadelesidir; kadınların özgürlüğü için verilen mücadele ise, toplumu oluşturan tüm bireylerin özgürlüğü içindir. Toplumun farklı kesimleri arasında yapay düşmanlıklar yaratılarak süregelen bu iktidar oyununun farkına varmak, mücadeleyi ortaklaştırmak ve tüm hak ihlallerine karşı dayanışmayı büyütmek, bu döngüyü kırmanın en güçlü yoludur.

İktidar Hesapları; Barış ve Renklilik,  Çıkar ve Çatışma

Türkiye’de iktidar, barış ve çözüm söylemlerini dönemsel olarak kullanıp, ardından güvenlikçi politikalarla sertleştiği bir döngüyü sürekli tekrar ediyor. Bugünlerde “Abdullah Öcalan-Selahattin Demirtaş görüşmeleri ve silah bırakma çağrıları” üzerinden yürütülen tartışmalar da bu çerçevede ele alınabilir. Geçmişte “çözüm süreci” adıyla yürütülen politikalar, kısa vadeli kazanımlar elde edildikten sonra rafa kaldırılmış, iktidar güçlenir güçlenmez yeniden baskıcı bir düzene geçilmişti. Şimdi de benzer bir stratejinin işletildiği görülüyor. Önce “barış” vurgusu yaparak belirli bir kesime mesaj veriliyor, ardından bu süreç bir tehdit algısı yaratılarak güvenlikçi hamlelere zemin hazırlamak için kullanılıyor.

Bu manipülatif siyaset, LGBTİ+ bireylere yönelik yasaklayıcı yasa girişimleriyle paralel ilerliyor. İktidar, bir yandan barış söylemiyle Kürt seçmenine belirli mesajlar verirken, diğer yandan LGBTİ+ haklarını hedef alarak muhafazakâr tabanını pekiştiriyor. Bu yöntem, kadın hakları konusunda da daha önce defalarca uygulanmıştı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış, kadınları koruyucu yasaların işlevsiz hale getirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı geliştirilen söylemler, iktidarın hak ve özgürlükleri siyasal pazarlık unsuru olarak kullanma pratiğinin örnekleridir. Baskı ve korku siyaseti de bu süreçle eşzamanlı işletiliyor. Gazeteciler, iş insanları, akademisyenler ve sivil toplum temsilcileri, gözaltılar ve tutuklamalarla sindirilmeye çalışılıyor. Toplum, sürekli bir tehdit algısıyla yönetilerek, iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkılmasını engelleyen bir korku düzenine mahkûm edilmek isteniyor.

Halkın İradesi; Birlikte Direniş, Barış ve Dayanışma

Gerçek bir barış, ancak toplumsal uzlaşıya dayanan, herkesin eşit ve özgür olduğu, kapsayıcı bir adalet anlayışıyla inşa edilen bir süreçle mümkün olabilir. Demokratik reformlarla desteklenmeyen, halkın iradesini ve çeşitliliğini yok sayan, yalnızca iktidarın kısa vadeli hesaplarına dayanan hamleler, barışı kalıcı bir hale getirmek yerine onu bir pazarlık ve kontrol mekanizmasına dönüştürür. Bugün iktidarın uyguladığı politikalar, barışı samimi bir toplumsal ihtiyaç olarak değil, çıkar ilişkilerine dayalı bir denge ve baskı aracıolarak kullanma eğiliminin sürdüğünü gösteriyor. Benzer şekilde, LGBTİ+ hakları gibi en temel insan hakları da belirli grupları bastırmanın ve toplumsal ayrışmaları derinleştirmenin bir aracı haline getiriliyor.

Oysa gerçek barış, gerçek demokrasiyle mümkündür. Demokrasi, yalnızca sandıkta alınan oylarla değil, toplumun tüm renkleriyle var olabildiği, herkesin eşit yurttaşlık hakkına sahip olduğu, hiçbir kimliğin, düşüncenin ya da varoluş biçiminin ötekileştirilmediği bir ortamda yeşerir. Kadınların, LGBTİ+ bireylerin, etnik kökeni her ne olursa olsun tüm bireylerin, işçilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin ve sivil toplumun ortak bir mücadele zemini oluşturması, iktidarın manipülatif ve baskıcı politikalarına karşı en büyük direniş gücüdür. Bu yüzden, bugün hepimize düşen sorumluluk ayrıştırma politikalarına karşı ortak bir direniş hattı inşa etmek, barışı ve hak mücadelelerini birbirinden kopuk değil, iç içe geçmiş bir özgürlük mücadelesi olarak görmek ve dayanışmayı büyütmektir. Çünkü baskının hedefi değişse de, uygulanan yöntemler aynıdır. Toplumu oluşturan tüm bireyler olarak, eşitliği, özgürlüğü ve barışı savunanlar, bu düzeni değiştirme gücüne sahiptir. Renkliliğin, çok sesliliğin ve birlikte yaşamanın değerini bilenler olarak, ortak bir mücadele yaratmak zorundayız. Bu yalnızca bir hak arayışı değil, geleceğimizi belirleyecek bir varoluş mücadelesidir. Dayanışmayı büyütmek, iktidarın böl-yönet stratejisini aşmanın ve gerçek bir barışı mümkün kılmanın en güçlü yoludur. Çünkü ancak birlikte direnirsek, barış bir iktidar aracı olmaktan çıkıp, halkın kendi elleriyle inşa ettiği kalıcı bir gerçekliğe dönüşebilir.

Tanıtımlar
Künye
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ ADINA SAHİBİ
Ziya Haktan Karadeniz
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Evrim Aksoy
BÜLTEN YAYIN KOMİSYONU SORUMLU YÖNETİM KURULU ÜYELERİ
Burcu Başpişirici
YAYINA HAZIRLAYAN
Orhan Bilikvar
YAYIN TARİHİ
5 MART 2025
YÖNETİM YERİ
MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi Anadolu Cad. No: 40 K: M2 Bayraklı - İZMİR
Tel: (232) 462 33 33
Faks: (232) 486 20 60
www.mmo.org.tr/izmir
Yerel Süreli Yayın
MMO İzmir Şube yayın organı MMO üyelerine ücretsiz gönderilir.
Gönderilen yazıların yayınlanıp
yayınlanmamasına, TMMOB Makina
Mühendisleri Odası İzmir Şubesi
Yönetim Kurulu karar verir.
Yayımlanan yazılardaki sorumluluk
yazarlarına ilan ve reklamlardaki sorumluluk ilanı veren kişi veya kuruluşa aittir.
Bülten’e gönderilen çeviri yazıların kaynağı mutlaka belirtilir. Gönderilen yazılar, yazarlarına geri verilmez.
Bu web sitesi çerez kullanmaktadır
Sitemizin çalışması için gerekli olan çerezleri kullanıyoruz. Siteyi kullanmaya devam ederek bunları kabul etmiş olursunuz.
Bizi Takip Edin
MMO İZMİR
MMO
TMMOB