Her Şeyi İstiyorum, Ama Önce Kendime Ait Bir Oda

Virginia Woolf “Kendine Ait Bir Oda”yı yazalı neredeyse bir asır oldu. Üzerine o kadar çok biyografi, makale yazıldı, inceleme yapıldı ve yapılıyor ki eserleri ve yaşamıyla güncelliğini tam olarak koruduğunu söylemek mümkün. Yayınlanmasından yüz yıl sonra kaçımız kendimize ait bir odada kendimize ait bir kadın olmanın, dünyaya oradan biricik ve özgün bir şekilde bakmanın, bunun ruhsal ve maddi araçlarına sahip olmanın özerkliğini, öz güvenini ve mutluluğunu yaşıyoruz? Kaç kız çocuğu büyürken bir oğlan çocuğuna sağlanan bireyleşme, gelişme olanaklarına her anlamda eşit şekilde erişebiliyor? Kaç kadın binlerce yıldır iplik iplik örülen toplumsal cinsiyet ağından kendini tam anlamda özgürleştirip gerçek potansiyelini yaşayabiliyor?

Woolf 1929’da yayımlanan bu kitabında kadınlar ve yaratıcılık arasındaki ilişkiyi, kadınların yazma imkan ve imkansızlıklarını inceler. Yazmak ve yaratmak isteyen kadının her şeyden önce bir erkek yazar gibi, yazma sürecinde kendini geçindirecek parası ve kendine ait bir odası olmalıdır. Ancak bir kadın için bu hiçbir zaman yeterli değildir. William Shakespeare’in kendisi gibi dahi olan, diyelim ki Judith Shakespeare adında bir kız kardeşi olsaydı diye sorar Woolf, o da bir Hamlet, bir Romeo ve Juliet verebilir miydi dünyaya? Verse de yapıtları bir yerlerde unutulmadan, çalınmadan veya bilinçli bir şekilde yok edilmeden bugüne kalır mıydı? Ailesinden alacağı miras ve kendine ait bir odasının olması Judith Shakespeare’in dehasını gerçekleştirmesine yeterli olur muydu? Editörlerden, tiyatro yöneticilerinden, hayranlarından, babadan, kocadan, hatta kadın arkadaşları tarafından cesaret verici ve övücü sözlerle motive edilir miydi?

Woolf bu düşünce alıştırmasına umut kırıcı bir yanıt verir. Ona göre kadınlar ve yoksullar arasından deha çıkmaz. Bunun nedeni onlarda bir eksiklik olması değil, baştan aşağı erkekler ve zenginler için tasarlanmış, organize olmuş ve bunun dışında kalan “ötekilerin” izin verilen noktadan öteye geçmesini önleyen bir düzende yaşıyor olmalarıdır. Bir anlamda “Cam Tavan” başta kadınlar olmak üzere, bütün “Ötekiler” içindir. Doğuştan gelen zeka ve yetenek, bunlara sahip olan bedenden ve bu bedenin içinde yaşadığı toplumsal ve tarihsel koşullardan daha önemli değildir. Zihnin üretmek için güvenli bir fiziksel ve sosyal alanı yoksa, o zihnin içi de o alan kadar kendine ait ve özgür değilse, deha Ölü Kadın Ozanlar Derneği’nin sararmış kayıtları arasında yok olur gider.

Woolf’a göre Judith Shakespeare eninde sonunda ailesi tarafından bir evliliğe zorlanacaktır, çünkü o çağlarda bir kadının ailesine maddi katkıda bulunmasının tek yolu iyi bir evliliktir. Bu yüzden Judith bir sanatçı olarak kendi hayatını kurmak için Londra’ya kaçmak zorunda kalır. Orada oyunlar yazsa da, başvurduğu tiyatrolar ve eleştirmenlerce birer birer geri çevrilir. Sonunda maddi nedenlerle cinsel istismar girişimlerine hayır diyemeyeceği bir noktaya sürüklenir Judith. Hamile kalır ve yazmaya devam etmesi olanaksızlaşır. Denemesini şöyle bitirir Woolf “… bir kış gecesi canına kıydı ve şimdi otobüs durağı olan bir kavşakta gömülü yatıyor”.

Ancak yaratıcı bir kadın için kendine ait bir oda ve maddi olanaklara sahip olmak da yeterli olmayabilir. Woolf’un trajik bir şekilde biten hayatı bunun bir kanıtı. Woolf ayrıcalıklı bir sınıfın mensubu olarak, ömür boyu önemli bir maddi sorunla karşılaşmadan yaşamasını sağlayacak bir aileye doğdu; döneminin kız çocuklarının aksine evde nitelikli bir eğitim aldı. Ancak bu aile zamanın çoğu aristokrat ailesi gibi çok sorunluydu. Kendi itiraflarıyla, altı yaşındayken önce üvey ağabeyi Gerald Duckworth,  ergenlik yıllarında ise diğer üvey ağabeyi George Duckworth tarafından dokuz yıl süren cinsel istismarın kurbanı oldu Woolf. George ayrıca Virginia’nın kız kardeşi Vanessa’yı da istismar ediyordu. Annelerinin 1895’te, Virginia 13 yaşındayken ölümünden sonra, babaları Leslie cinsel tatmin için aile lakabı “İnek” olan sessiz üvey kızı Stella’yı hedef aldı. Virginia’nın sorunlu ve agresif kuzeni Stephen da bu dehşet verici ailede bir ya da daha fazla kızla birlikte olmuş gibi görünüyor. Bu korkunç olaylara Woolf’un biyografi yazarları tarafından detaylı bir şekilde değinilmiştir.

Woolf ömrü boyunca bu çocukluk çağı travmalarının diğer psikiyatrik rahatsızlıklardan ayrıştırıcı olan özel belirti ve semptomlarını gösterdi: duygusal tepkisizlik, ayrışma (dissosiasyon), uyku bozukluğu, cinsel soğukluk, depresyon, halüsinasyon, algı sorunları, duygudurum bozuklukları, intihar eğilimi gibi. Erken dönemde bir çocuğun yaşadığı bu tür travmaların ruha nasıl hasar vereceğini ve hayatı nasıl çekilmez hale getireceğini anlamak için psikiyatri bilgisine gerek yok. Buna rağmen bazı eleştirmenler, Woolf’un yaşadığı ruhsal sorunları aşırı hassas, zayıf, yetersiz bir karaktere, aristokrat züppeliğine ya da aileden gelen bir genetik yatkınlığa bağlarken, Woolf’a sempati duyan ancak feminist bakışla bakmayan diğer eleştirmenler onu fildişi kulesinde inzivaya çekilmiş, “Bloomsbury’nin Hasarlı Kadını” olarak görme eğilimindedir.

Ama Woolf’un acıları ne hayali ne de katlanması kolaydı. Neredeyse altmış yıl hayatta kalabilmesini yazmaya, dayanılmaz acısını sanata dönüştürebilmesine borçludur. Eserlerinin çoğu biyografik nitelikler taşır bu yüzden. Deniz Feneri kaybettiği ebeveynlerine bir ağıttır. Dalgalar duygusal kopukluk ve yabancılaşma duygularıyla mücadele eden, içe dönük ve kırılgan karakterler (Rhoda gibi) içerirken, romanda ele alınan altı karakterin kişiliklerindeki akışkanlık, Woolf’un travmatik geçmişi ve akıl sağlığı sorunlarıyla başa çıkmak için benliğinin farklı parçalarını uzlaştırma çabasına işaret edebilir.

Travmasıyla daha açık bir şekilde yüzleştiği eseriyse Bayan Dalloway’dir. Clarissa’nın bir günlük hayatını bilinç akışı tekniğiyle anlattığı yapıtta Woolf, geçmişine yaptığı ince göndermelerle dile gelmemiş hikayesini anlatarak, kendi duygusal acısını belgeleyip kaydetmiş, bir anlamda örtük bir #metoo yaratmıştır. Artık duyulmaz değildir. Artık sessiz değildir. Iyileşme buradan başlayabilir.  Woolf, yeteneğini ve yaratıcı gücünü psikolojik acıyla başa çıkmak için kullanmıştır. Hayatı travmanın yaratıcı bir şekilde edebiyata nasıl dönüştürülebileceğinin kanıtı olarak görülebilir ve sadece kendisi için değil, okuyucular, en başta da ensest ve istismar kurbanı kadın okurlar için içgörü ve şifa bulma olanağı sağlamaktadır.

Ancak bugün psikiyatrinin, uzun süreli savaş deneyimi, ensest ve kesintisiz istismar gibi ağır travmaları Kompleks Travma adıyla (C-PTSD) ayrı bir grupta sınıflandırdığını, çünkü bu alanda eğitimli ve tecrübeli ruh sağlığı uzman sayısının son derece düşük olmasına bakıldığında bu vakaların çözülmesi en güç vakalar olduğunu biliyoruz. Tıbbın savaşın hayatta kalanlar üzerindeki yıkıcı etkilerini tam olarak anlaması ve ele almaya başlaması için iki dünya savaşı ve Vietnam’dan Irak’a daha küçük çaplı ancak insan ruhu üzerinde aynı yıkıcı sonuçları doğuran diğer savaşların yaşanması gerekti. Tıbbın müdahele etmekte geç ve yetersiz kaldığı bu küresel problem dünyanın çoğu coğrafyasında milyonlarca insanı ve onların üzerinden toplumları ve gelecek nesilleri bir salgın gibi etkiledi. Hatta teknolojik gelişme sayesinde savaşın, terörün ve devlet gücünün doğrudan erişebildiği ve yaşamlarına müdahele edebildiği kitlelerin büyüklüğüne bakıldığında, 20. Yüzyılın bir “Kitlesel Travmalar” asrı olduğunu söyleyebiliriz. Bunu bilmek 21.yüzyılın dehşetini daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Woolf, Bayan Dalloway’de yarattığı Septimus karakteriyle travmalı hayatın temel zorluğunu, yani iyileşmeyen bir acıyla günlük hayatı sürdürebilmenin imkansızlığını ortaya koymaktadır.  Birinci Dünya Savaşı gazisi Septimus, Woolf gibi kendi zihninin içinde kaybolmuş biridir. Dışarıdan bakıldığında romanın diğer ana karakteri Clarissa’ya benzemiyor gibi görünse de onun neredeyse ikizidir. Düşünceleri birçok yönden paraleldir. Ancak Clarissa’nın aksine Septimus için akıl sağlığı ve delilik arasındaki ince çizgi gittikçe incelir ve nihayetinde kendini öldürür. Woolf, dünya edebiyatının en sahici karakterlerinden Septimus’un intiharıyla Clarissa’nın hayatta kalabilme olanağını oluşturur. Bunu duyduğunda ona karşı anlam veremediği bir yakınlık hisseder. Roman ilerledikçe onun ölümüyle yaşamaya başladığı yüzleşme hayata geri dönmek için cesaret bulmasını sağlayacaktır.

Ancak kimi kadın ve çocuğun kompleks travmanın acısını savaş gazileri ve soykırım kurbanlarıyla paylaşması çok trajik değil mi? Sivil hayatın kendisi onlar için savaş haliymiş gibi. Tam da en güvende olmaları gereken yerde, ailelerinin yanında, yuvalarında buna maruz kalmaları. Woolf çocuk yaşında yaşadıklarından çıkış olarak yazıyı kullandı. Clarissa’yı yazarken ömrünü uzatmayı, mutlu ve sağlıklı olmayı umdu. Ancak dayanamadı. Kocası Leonard, onu nöbetleri geçene kadar her tür entelektüel uyarandan ve yazmaktan mahrum bırakılacağı bir akıl sağlığı kurumuna göndermek zorunda kalıyordu. Bu kurumların o dönemdeki korkunç ve son derece cinsiyetçi işleyişi hakkında derinlemesine bilgi vermeye gerek yok. Charlotte Perkins Gilman’ın “Sarı Duvar Kağıdı” adlı kısa öyküsü, bir kadının o dönemde yaşadığı “psikiyatrik tedavi” deneyimini büyüleyici bir gerçekçilikle ele alıyor.

Hitler faşizminin yükselişi ve İkinci Dünya Savaşı ile çevresindeki herşey hızla değişirken Woolf giderek kötüleşti. 28 Mart 1941’de, aşağıdaki satırları içeren mektubu kocası Leonard’a bırakıp evden çıktı. Paltosunun cebine taş doldurarak kendini Ouse Nehri’ne bıraktığında, Hitler’in pek çok sanatçı ve aydını içeren 2813 kişilik “İdam Edilecekler” listesine girdiğini bilmiyordu.

“…Yine delireceğimden eminim. O korkunç zamanlardan birini daha yaşayacağımızı hissediyorum. Bu sefer iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım ve konsantre olamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyisi gibi görünen şeyi yapıyorum. Bana mümkün olan en büyük mutluluğu verdin. Bir insanın birisi için olabileceği her şey oldun… iki insanın daha fazla mutlu olabileceğini sanmıyorum. Daha fazla mücadele edemem… Görüyorsun, bunu bile doğru düzgün yazamıyorum… Söylemek istediğim, hayatımdaki her mutluluğu sana borçlu olduğum. Bana karşı son derece sabırlı ve inanılmaz derecede iyiydin… Senin iyiliğinin kesinliği dışında hiçbir şeyim yok elimde. Hayatını daha fazla mahvetmeye devam edemem…”

Trajik sonuna rağmen Woolf, bir asır sonra kadın olarak acımasız 21. yüzyıla direnebilmenin, iyileşmenin, ayakta kalmanın ve ben varım, biz varız diyebilmenin yolunu gösteriyor bize: kendine ait bir odada, kendine ait bir masada yazmak. Ben de yaşadım, gördüm, tanığım, sizi iyi tanıyorum, bana, bize, dünyaya neler yaptığınızı iyi biliyorum diyebilmek. Susmaya eğitilmiş ciğerlerine haykırmayı öğretmek. Kalemine gerçek dışında bir şey yazmamayı.

Kendi bilincini tamamen kendine ait yapmanın, kendine ait arı, özgür bir hayat kurmanın, bu hayatı başkalarıyla paylaşmanın tek yolu bu.

Kaynaklar

  1. Resim, https://www.bacp.co.uk/news/news-from-bacp/2021/24-december-new-year-new-diary-the-mental-health-benefits-of-journaling
  2. Resim, https://www.newyorker.com/magazine/2022/01/03/the-case-against-the-trauma-plot
  3. Resim, https://www.coupefileart.com/post/les-amants-de-magritte
  4. Trauma and Literature, Virginia Woolf’s Contribution to the Study of PTSD, Daniela Anisiei, Mihaela Cuea, Journal of English Language, December 2024
  5. Virginia Woolf and the Language of Trauma, Loren Kleinman, Emerson College, January 2018
  6. Mrs. Dalloway, Virginia Woolf, Tomris Uyar Çevirisi, İletişim Yayınları, 1993
  7. Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf, Suğra Öncü Çevirisi, Afa Kadın, 1992
Tanıtımlar
Künye
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ ADINA SAHİBİ
Ziya Haktan Karadeniz
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Evrim Aksoy
BÜLTEN YAYIN KOMİSYONU SORUMLU YÖNETİM KURULU ÜYELERİ
Burcu Başpişirici
YAYINA HAZIRLAYAN
Orhan Bilikvar
YAYIN TARİHİ
6 ŞUBAT 2025
YÖNETİM YERİ
MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi Anadolu Cad. No: 40 K: M2 Bayraklı - İZMİR
Tel: (232) 462 33 33
Faks: (232) 486 20 60
www.mmo.org.tr/izmir
Yerel Süreli Yayın
MMO İzmir Şube yayın organı MMO üyelerine ücretsiz gönderilir.
Gönderilen yazıların yayınlanıp
yayınlanmamasına, TMMOB Makina
Mühendisleri Odası İzmir Şubesi
Yönetim Kurulu karar verir.
Yayımlanan yazılardaki sorumluluk
yazarlarına ilan ve reklamlardaki sorumluluk ilanı veren kişi veya kuruluşa aittir.
Bülten’e gönderilen çeviri yazıların kaynağı mutlaka belirtilir. Gönderilen yazılar, yazarlarına geri verilmez.
Bu web sitesi çerez kullanmaktadır
Sitemizin çalışması için gerekli olan çerezleri kullanıyoruz. Siteyi kullanmaya devam ederek bunları kabul etmiş olursunuz.
Bizi Takip Edin
MMO İZMİR
MMO
TMMOB