Yüzyılın İlk Çeyreğinde Göç

İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonrası oluşan düzen geride kalırken, emperyalist hegemonya “Yeni Savaş Düzeni” üzerine kuruluyor. Yeniden yıkma ve yeniden kurma eyleminin iç içe geçtiği bir kapitalist düzen dizaynı da denebilir buna. 

Faşizm sonrası Avrupa’nın yeniden inşasında göçmen işgücü transferi başat önemdeydi. Yirminci yüzyılın son yarım asrı ve yirmi birinci yüzyılın ilk çeyrek yarısında göçmen işçi transferi katlanarak büyüdü. IOM verilerine göre yeryüzünde 281 milyon göçmen yüzergezer halde yaşıyor. Bu kitlenin 170 milyon kadarı ise göçmen işçilerden oluşuyor. Adam Hanieh’in dediği gibi “göçmen sorunu özünde işçi hakları sorunu” olarak 21’nci yüzyılın en temel başlıklarından biri durumunda.

Yeni Savaş Düzeni’nin en yıkıcı alanları Suriye, Gazze ve Ukrayna oldu. Öyle ki, kendi başına Gazze BM gözetimindeki neredeyse bütün mülteci kamplarının ve mahallelerin vurulduğu, mülteci haklarının kanla yok sayıldığı, hastane ve okulların bombalandığı vahşi bir laboratuvara dönüştü. Savaş, işgal, çatışma ve kırımlar mülteciliği kitlesel olarak yeniden üretirken, göç ve iltica haklarını da yerle bir etti. Dünya mülteci ve göçmenler bakımından bu laboratuvar üretiminde bir kapanma dönemine, daha karanlık bir döneme giriyor. İnsanlık, mülteci hakları üzerinden yeni bir imtihanla karşı karşıya zira mülteci hakları ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı demokrat olabilmenin turnusol kâğıdına dönüştü. 

Göçmen İşçiler İn, Mülteciler Out

Yüzyılın ilk çeyreğinde, kapitalist göç yönetimi yeni bir stratejiyi devreye koydu. Eskiden göç rotası şöyle belirlenirdi: başlangıç ülkesi, transit ülkeler ve hedef ülkeler. Yeni göç rejimi rotayı tersine çevirme gayretinde. Dünya göç yükünün sadece yüzde 20’sini bünyelerinde tutan merkez kapitalist ülkeler sistematik deportizasyon sürecine girdi. Son hedefe ulaşan, göç ve iltica başvurusunda bulunan mülteciler bölükler halinde geri itiliyor. Mültecilere karşı adı konmamış bir muharebeden bahsedebiliriz.

Kale Avrupa’sı kulakları sağır eden siren sistemleri, botları batıran sahil güvenlik birimleri, dikenli teller ve termal kameralarla caydırıcı gücünü devreye soktu. Devasa bir endüstriye dönüşen “düzensiz göçle mücadele” politikası, ideolojik olarak göçmen düşmanlığı ve ırkçılıkla el ele yürüyor. “Sınır” ya da “hudut” kavramları üzerinden göçmenlere “istilacı” yaftası vuruluyor. Yükselişe geçen “aşırı sağ” parti ve akımlar göçmen düşmanlığını merkeze almış durumdalar. Neo faşizm yeniden yükleniyor.

Gerçekte sınırlar hiçbir zaman mülteci geçişlerini sıfırlamazlar. Tersine sermaye sahiplerinin istediği kadar ve talep ettikleri oranda geçişlere yol veren filtre işlevi görürler. “Hudut” ya da “duvar” metaforu ırkçı yeniden üretimin bir manivelası olarak kullanılır. Böylece ırkçı, şoven basınç sınırdaki filtrelemeyi daha da güçlendirmiş olur. Buna ırkçılığın yeniden üretimi de diyebiliriz. Filtreleme sisteminin temel özelliklerinden biri de ucuz, nitelikli işgücünün ayıklanarak sınır içindeki işgücü piyasasına sermayenin yedek ordusu olarak transfer edilmesidir. Bu strateji aynı zamanda yerli ve göçmen işçilerin acımasızca rekabete sokulması ve aralarındaki ön yargı duvarının büyütülmesi içindir.

Bu verili durumda, sistematik geri gönderme uygulaması “hedef ülkelere” ulaşmış olan mültecileri düşmanlaştırıyor. İlk elden onları transit ülkelere püskürtüyor. Buna mukabil göçmenlerin depolandığı “adacıklar” oluşturuyor. Ki, AB ile Türkiye arasında, İtalya ile Arnavutluk arasında ya da İngiltere ile Ruanda arasında imzalanan geri kabul anlaşmaları tam da amaca hizmet ediyor. Merkez kapitalist devletlerin ikinci hedefi ise göç hareketlerini başlangıç ülkelere doğru itmek. Fon ve projeler yardımıyla oluşturulan geri gönderme rotalarında evrensel mülteci hakları çoktan kevgire dönmüş durumda.

Peki, nüfus olarak yaşlanmış Avrupa ya da diğer merkez kapitalist ülkeler işgücü açığını nasıl domine ediyorlar? Tam da burada karşımıza rafine bir slogan çıkıyor: “Göçmen işçiler in, mülteciler out”! Gelişmiş kapitalist ülkeler deport ettikleri/edecekleri mültecilerin yerine, geçici sözleşmesi ve sürekli halde mobilize işgücü haline dönüşen göçmen işçileri tercih ediyorlar. Sığınma, göç, iltica ve mülteci haklarının üzerine beton döken bir stratejik hamle de böylece tamamlanmış oluyor.

Göç Akınından Dönüş Akınına

Şam yönetimi 8 Aralık 2024 tarihi itibarıyla düştü. Yaklaşık 13 yıl devam eden Suriye savaşı, içerisinde birçok devletin elinin olduğu bir vekâlet savaşı olarak devam etti. Yaklaşık 10 milyon Suriyeli yerinden yurdundan edildi. Gerek Türkiye gerekse AB ülkelerinde göç olgusu bir korkuluk gibi halklara gösterildi. “Göç akını” kavramı tam da burada devreye girdi. “Akın” istilacılara özgü bir kavram. Aynı şekilde bu kavram göçmenlerin de boynuna asıldı. Göç hareketleri ülkelerin işgali ile eş tutuldu.

“Göç akını” kavramını hem siyasal İslamcılar ve AKP cenahı hem de muhalefet adına ulusalcı/milliyetçi çevreler kullandı. AKP cephesinde “ensar muacir” ya da Müslüman kardeşliği öne çıkarılırken, milliyetçi cephe de “Suriyeliler gönderilsin” kampanyaları düzenlendi.

Esad yönetiminin devrilmesinden sonra iktidar medyası yeni bir kavram üretti: “dönüş akını”.  Çünkü 13 yıllık göçü demografik siyasi dizaynın bir enstrümanı olarak elinde tutan iktidar aklı, Suriye sahasında hızla siyasi nüfuz alanları yaratmak için tersine göçe ihtiyaç duymaktaydı. Dönüş hızlı olmazsa ya da gecikirse boşluğu başka dominizasyonlar doldurabilirdi. İster “göç akını” olsun isterse “dönüş akını”; her iki kavram da mültecileri özne halinden çıkaran, onları toplam olarak kullanışlı bir nesne olarak gören ve dışlayan bir algıya kapı açtı.

Suriyeliler adına konuşanlar, mülteciler üzerinden geleceğe yol çizenler onlara düşüncelerini sormadılar bile. Oysa geri dönme eğilimi propaganda edildiği kadar değil. Saha araştırmaları da buna işaret. Örneğin, “Ülkenize geri dönecek misiniz?” sorusu yöneltilen Suriyelilerin yüzde 60,7’si dönüş yapmak istemediğini söylemişler. Geri dönmek istemeyenlerin yüzde 40,2’si kurulu düzeni olduğunu, yüzde 16’sı Türkiye’nin daha rahat ve güvenli olduğunu, yüzde 13,6’sı ise dönecek kimselerinin olmadığını dile getirmiş. Suriyeli mültecilerin yüzde 66’sı Türkiye’de yaşam tercihi olarak güven ve huzur ortamına dikkat çekmiş. Buna karşın yüzde 66,6’sı kiraların yüksek olmasından, yüzde 50,3’ü de Türkiye’de hayat pahalılığından yakınmış.  (*)

Suriye’nin Yeniden İnşasında Mülteciler

Savaş mülteciliğin yeniden üretimidir. Kapitalizm için bu üretim hem bir sonuç hem de zarurettir. Çünkü o her daim ucuz ve güvencesiz emek gücü üzerinden sermaye birikimini esas alır. Göç ettirilenlerin mavi ya da beyaz yakalı olması ise fark etmez. Her iki kesim de işgücü piyasasının ihtiyacıdır.

Suriye savaşı ve göçü kademeli olarak göç rotası üzerindeki devletlerin işgücü açığını domine etti. Özellikle Türkiye’de merdiven altı atölyelerin, çocuk işçiliğin, kayıt dışı emek sömürüsünün ana kitlesi Suriyelilerdi. Geri dönüş ya da geri gönderme sürecine gelindiğinde kapitalist şirketler yine el ovuşturdular. Zira Suriye’nin yeniden inşasında bu kez diasporadan dönecek mülteci proleterlerin emek sömürüsüne gereksinim vardı.

Göç kitlelerini sınıfsal olarak iki kategoriye ayırmak mümkün: elitlerin ve yoksulların göçü. Savaş sahasından ilk kaçanlar “imkan” sahibi sermaye sahipleridir. Akabinde yoksullar çok daha zorlu göç yollarına düşerler. Yerli toplumların göçmenlere karşı kışkırtıldığı en önemli husus da burada başlar. Elitler ile yoksulların göçünü ayıramayan yerli topluma “genel göçmen düşmanlığı” şırınga edilir. Oysa göçmen emekçiler yerli emekçilerin sınıf kardeşidirler. Elitlerin şirketleşmiş göçü ise yerli burjuvalara kardeştir.

Suriye’nin yeniden inşa sürecine dair patron örgütlerinden peş peşe açıklamalar gelmeye başladı. Savaşta silah satarak zenginleşenler bu kez demir, çelik, çimento satmanın yoluna bakıyorlar. Çimento şirketlerinin hisseleri borsada yükselişe geçti. TEPAV verilerine göre bugün Türkiye’de yaklaşık 10 bin Türkiyeli ve Suriyeli şirket ortaklığı var. Şimdi bu sermaye ortaklığı sahaya yatırım yapma hazırlığında. Elbette ucuz işçi bulmadan sahaya girmeleri söz konusu değil. Yakın gelecekte Şam’da, Halep’te ve diğer kentlerde devasa işçi kampları belirecek. Çok uluslu şirketler çok uluslu işçileri bu sahaya transfer edecekler. Sömürü ve hak alma mücadelesi de çeşitli biçimler alarak Suriye sahasına taşınmış olacak.  

Körfez Arap devletlerinin yanında AB bünyesindeki şirketler de hazırlık içindeler. AB Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen’in Türkiye ziyaretlerini bu kapsamda değerlendirmek gerekir. AB bir yandan göçmenlerin deportizasyonunu garanti altına almak isterken diğer yandan Türkiye ortaklı yatırımların peşinde. 

Alternatif Strateji

Kapitalist göç rejimi karşısında sendikalar genel olarak suskun. Sendika bürokrasisi ise G20 zirvelerine yedekleniyor. L20 buluşmalarında bir araya gelen sendikacılar G20’ye küresel kapitalist kalkınma modelleri üretiyor! Doğrusu utanç verici bir durum. Üstelik bu kalkınma hamlesinde göçmen emekçilerin kullanılması çağrıları da yapılıyor.

Oysa yapılması gereken hem G20 zirvelerine hem de kapitalist göç yönetimine karşı alternatif bir strateji üretmek. Bu kapsamda emek ve meslek örgütleri, demokrasi ve barış güçleri anti kapitalist mücadeleyi önüne koymalılar. Yerli ve göçmen emekçilerin birliği enternasyonal temelde yeniden örgütlenmeli.

Göç en nihayetinde bir sonuç. Küresel ısınma, açlık, kuraklık, salgın ve afetler, savaş ve çatışmalar kapitalizm eliyle felaketlere dönüşüyor. Göçün yerinde durdurulması ya da minimalize edilmesi ise doğrudan politik bir çözüme işaret ediyor. Mevcut düzenin değiştirilmesine bağlanmayan bir mücadele hattının nihai hedefe ulaşması mümkün görünmüyor.

Yeni yüzyılın yazımında sadece egemenlerin sözü olmayacaksa eğer;  emekçi sınıfların göç konusunu bir mücadele alanı olarak ele alması gerekiyor.

Unutmayalım ki her birimiz bir gün göçmen durumuna düşebiliriz. Davamız yerlisi göçmeniyle büyük insanlık davasıdır

*Cumhuriyet / 14-12-2024 / https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/suriyeli-gocmenlerin-kurulu-duzeni-var-suriyelilerin-cogunlugu-2279077

Tanıtımlar
Künye
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ ADINA SAHİBİ
Ziya Haktan Karadeniz
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Evrim Aksoy
BÜLTEN YAYIN KOMİSYONU SORUMLU YÖNETİM KURULU ÜYELERİ
Burcu Başpişirici
YAYINA HAZIRLAYAN
Orhan Bilikvar
YAYIN TARİHİ
3 OCAK 2025
YÖNETİM YERİ
MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi Anadolu Cad. No: 40 K: M2 Bayraklı - İZMİR
Tel: (232) 462 33 33
Faks: (232) 486 20 60
www.mmo.org.tr/izmir
Yerel Süreli Yayın
MMO İzmir Şube yayın organı MMO üyelerine ücretsiz gönderilir.
Gönderilen yazıların yayınlanıp
yayınlanmamasına, TMMOB Makina
Mühendisleri Odası İzmir Şubesi
Yönetim Kurulu karar verir.
Yayımlanan yazılardaki sorumluluk
yazarlarına ilan ve reklamlardaki sorumluluk ilanı veren kişi veya kuruluşa aittir.
Bülten’e gönderilen çeviri yazıların kaynağı mutlaka belirtilir. Gönderilen yazılar, yazarlarına geri verilmez.
Bu web sitesi çerez kullanmaktadır
Sitemizin çalışması için gerekli olan çerezleri kullanıyoruz. Siteyi kullanmaya devam ederek bunları kabul etmiş olursunuz.
Bizi Takip Edin
MMO İZMİR
MMO
TMMOB