413. Bülten’den
2024 Yılı Türkiye İçin Zorlu Bir Yıl Oldu Türkiye, 2024 yılını ekonomik ve siyasi açıdan yoksunluk ve kaygı içinde geçirdi. Yüksek enflasyon, alım gücündeki keskin […]
2024 Yılı Türkiye İçin Zorlu Bir Yıl Oldu Türkiye, 2024 yılını ekonomik ve siyasi açıdan yoksunluk ve kaygı içinde geçirdi. Yüksek enflasyon, alım gücündeki keskin […]
Ken Loach, 60 yıllık sinema yolculuğunu geçen yıl gösterime giren The Old Oak filmi ile sonlandırdığını duyurdu. Pek çok insanın sinemayı sevmesini sağlamış olan ve […]
İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonrası oluşan düzen geride kalırken, emperyalist hegemonya “Yeni Savaş Düzeni” üzerine kuruluyor. Yeniden yıkma ve yeniden kurma eyleminin iç içe geçtiği […]
İSG İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Eğitimlerinden ; TBTs Eğitimi İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSG) sistemlerinde personel eğitimi, kritik bir süreçtir ve asla ihmal […]
Yazı Dizisi: Sessiz Tarih: Küçük Dev Kadınlar
Bir insanın kaç tane babası olur dersiniz? Biraz psikanalitik kuram veya feminizm hakkında bilgi sahibiyseniz, bir diye yanıtlayacağınızı sanmam. Baba baba, üvey baba, hoca baba, koca baba, terapist baba, patron baba, devlet baba, ata baba, tanrı baba!! Peki bir kadın yaşamı boyunca ona “eşlik eden” bu kadar çok babayla nasıl baş edebilir? Ekonomik olarak şanslıysa şansını, kökenini ataerkil yapıdan alan psikanalitik psikoterapi yöntemlerinden birini deneyerek zorlayabilir. Çünkü “Freud baba”, cesareti ve dehası sayesinde o zamana kadar bilim dünyasında bile dikkate alınmayan, toplumsal beklentilere uymayan o cadı, şeytani, şehvete ve harama düşkün kadınların adımlarını takip ederek psikanaliz kuramını çoktan geliştirdi, elbette o kadınları kontrol etmek ve bastırmak “jesti” ile [2].
Sanırım bu noktada geri dönüp önce dönemin atmosferine bir göz atmak yerinde olacak. 1870’lerin sonuna kadar feminizm çoktan icat edildiyse de henüz görece zayıf olduğu dönemlerdi. Feminist örgütlerin toplanma ve yayın hakları bulunmamaktaydı. Kadın hakları için ilk uluslararası kongre 1878’de henüz düzenlenmişti. Bu toplantıda, çok fazla “devrimci” bulunduğu için, kadınların oy verme hakkının konuşulmasına bile izin verilmedi. Kendini aydınlanma geleneğinin temsilcileri olarak gören bu dönemin cumhuriyetçi liderleri ise gerici güçlerle, aristokrasi ve ruhban sınıfıyla bir mücadele içindeydiler. Laiklik savunucusu dönemin başbakanı Jules Ferry’nin “Kadınlar bilime ait olmak zorundadır; yoksa Kilise’ye ait olacaklar [3]” mesajı dönemin atmosferini açık şekilde gözler önüne sermektedir. Hal böyle olunca kadınlar, sunulan seçenekler içinden, kaderlerini yeni cumhuriyetin yaşamasına bağlı olduğunu kabul ederek uzlaşmacı tarafta kalmayı tercih ettiler. Dönemin atmosferinden güç alan bilim insanları histerik vakalarda şeytan kovma, cin çıkarma gibi kilisenin ürettiği olgulara karşı bilimsel açıklamalar getirmeye koyuldular. Bu çığır açan cesur çalışmaları yola koyarken kadınları araştırma ve insani merak nesnesi olmanın -bilime “ait” olmanın- ötesine geçirmeyi ve erkek ve kadın için sosyal eşitliği akıllarından bile geçirmediler [3].
Özgürlüğünü bir başkasına teslim etmekten başka kurtuluş yolu bulamayan kadınlara, o iyicil kurtarıcılarına, içlerindeki totaliter kahramanlara minnet etmekten öte bir şey düşmedi. Elbette ki hepsine değil. Anna O takma adıyla, kimi araştırmacılara göre psikanalizin ortaya çıkmasında güçlü etkileri olan dönemin seçkin doktorlarından Josef Breuer’in hastası Bertha Pappenheim, tedavisi tamamlanmadan resmi psikanaliz yazınına bilimi yanıltacak biçimde aksi beyan edildiyse [4] ve gelinen noktada sessiz tarih hakkını teslim etmediyse de özgürlük savaşından hiçbir zaman geri durmadı [3].
Bertha Pappenheim, Breuer’in “konuşma kürü” adını verdiği bir tedavi yöntemini uyguladığı genç bir kadın hastasıydı. Bertha’nın, muhtemelen kişiliği, zengin fantezileri, zekâsı, 4-5 değişik dilde konuşabilmesi, en özel duygularını bile anlatabilme özelliği ile İsa’nın Hristiyan dünyası içindeki konumuna benzer bir konumda psikanaliz dünyasında yer aldığı söylenmektedir [4].
Anna O’nun 18 ay Breuer’dan konuşma ve hipnoz tedavisi almasının ardından, anlaşılan tam bir iyileşmeye ulaşmamış olsa da Breuer artık tedaviyi sonlandırmak ister. Bir gün Breuer (elbette birden değil) tedavinin bittiğini söylemiş ve evine dönmüştür. Ancak o gece gelen bir haberle hastasının yeniden bir krize girdiğini öğrenmiştir. Breuer acil bir şekilde hastasının evine çağırılmıştır. Eve vardığında karnında ağrılarla kıvranan Anna O “Breuer’den bir çocuk doğurmak üzere olduğunu” söyler. Breuer, belki de aynı adı taşıyan annesine karşı duyduğu ödipal duygularının tetiklenmesi ile ya da kim bilir genç kadına karşı duyduğu ilginin huzursuzluğundan ötürü Anna O’dan korkar [4] ve onu karnında imgesel bebeği ile terk eder.
Freud, bu duruma Stefan Zweig’a yazdığı mektupta şöyle değinir, “Anna O, şimdi doğum yapıyorum, Dr. Breuer’den çocuk doğuruyorum dediğinde histerinin anahtarını Breuer’in eline vermiş ama Breuer bundan korkmuş ve anahtarı elinden düşürmüştür [4]” Burayı her hatırladığımda adeta o ana tanık olmuşçasına anahtarın düşüşünün sesi göğsümü acıtıyor.
Dr. Breuer, Anna O’yu başka bir meslektaşına havale ederek sorunun üzerine gitmekten kaçındıysa da Freud çözümü bulmaya çabalamış ve psikanaliz kuramını geliştirmeye koyulmuştur. Anna O, şu sıralar müzeye dönüştürülmüş olan Bergasse 19 numaralı apartmanın zilini çalıp Freud ile aynı odada hiç denk gelmediyse de Freud’un yaşamı boyu bu kuramı çalışırken sistematik düşünmeye hep O’nunla başladığı söylenmektedir [4].
Anna O ve tedaviye başvuran, çoğu kadın diğer histerikler olasılıkla Freud’un baş tacı ettiği patriyarkal değerlerden sıklıkla nasiplerini aldılar. Bunlara tahammül ettiler. Eleştirilerini geri tutmadan, olağanüstü içgörüleri ile kendilerini serbest çağrışıma açtılar ve serbest çağrışım tekniğinin icat edilmesinde büyük pay sahibi oldular [2].
Bu sırada Bertha’nın, Breuer’in onun tedavisini bırakmasından sonra iyileşmesi birkaç yılını almış. İyileşmesinin ardından kendi verdiği isimle “Konuşma Tedavisi”nin icadına katkıda bulunan Bertha, kendini belli ki kadın özgürleşme hareketinde bulmuş. Bu dönemde Paul Berthold takma adıyla Mary Wollstonecraft’ın klasik eseri “Kadın Haklarının Savunusu”nu Almanca’ya çevirmiş, “Kadın Hakları” adlı bir tiyatro oyunu yazmış,12 yıl boyunca yetim Yahudi kızlar için bir yetimhane kurmuş ve yönetmiş, Yahudi kadınlar için feminist bir örgüt olan Yahudi Kadınlar Birliği’ni ve bu örgüte bağlı bir öğretim kurumunu kurmuş, kadın ve çocukların cinsel sömürüsüne karşı kampanya yürütmek için Ortadoğu’ya kadar dolaşmış ve bu amaçla genelevleri incelemiştir. Kampanyasını duyurmak için Filistin, Londra, Paris ve New York’a ziyaretler yapmıştır. Bertha, feminist sosyal yardım çalışanı, entelektüel, örgütçü olmuş. Ölümünden sonra bu çalışmaları, Batı Almanya Cumhuriyet’i tarafından adına basılan bir pul ile onurlandırılmıştır [3, 5].
O zamana kadar bu hastalara hastalık tanısı bile konmazken, Freud cesaretle o kadınları takip etse de patriyarkal değerlerinin yerini koruma çabasından geri durmamış ve ne yazık ki dönemin şartlarından çıkıp evrensel olana yönelmemiş, psikanaliz kuramını ataerkil bir yapının üzerine kurmuştur. Çalışması The Aetiology of Hysteria’nın yayınlanmasının ardından bir yıl içinde Freud histerinin travmatik kökeni teorisini gizlice reddetmiştir. Herman, J.’ye göre Freud, şayet hastalarının hikayeleri gerçekse ve teorisi doğruysa “çocuğa karşı sapık eylemler” dediği şeyin, yalnızca ilk histeri çalışmasının yapıldığı Paris proletaryası arasında değil, çalıştığı Viyana’nın saygın burjuva aileleri arasında da yaygın olduğu sonucunu çıkarmaya zorlanacaktı ve bu ikilemle karşı karşıya kalan Freud meşhur Dora vakası sonrası bir dönüm yaşadı [3]. Freud’un adından çokça söz edilen Oidipus Kompleksi olarak adlandırdığı teorisi de (Basitçe bir çocuğun karşı cinsten ebeveynine duyduğu bilinçdışı arzuyu ve aynı cinsten ebeveynine karşı kıskançlığını tanımlayan teori) pek çok uzmana göre insan psikolojisinin karmaşıklığını anlamak için önemli bir araç olarak görülmesine rağmen geleneksel cinsiyet rollerine dayalı ve kadın cinselliğini ikincil bir pozisyona indirger bulunmaktadır. Katı bir biçimde sınırları çizili cinsiyetler arası ilişki kalıplarını temel almıştır.
Elbette ki Freud’un ve Breuer’in dehası ve cesaretini görmezden gelemeyiz. Dönemin şartları içinde toplumsal normlara uymayan o “cadıların” geçmiş acılarının izlerini sürmüş, dürtülerini kontrol altına alma ve bastırmayla da olsa onlara bir alan açma çabasına girmişlerdir.
Haklar evrensel temeller üzerinden mi değerlendirilmeli, yoksa dönemin şartları mı gözetilmeli, bu bir çeşit feminist büyü bozumu yazı dizisinin temel sorularından biriydi. Bu kaynaklara dayalı öznel yazımın sonuna geldiysem de soruya dogma bir cevap bulamadım. Belki de sorunun dogma bir cevaba ihtiyacı yoktu ve ben baştan yanlış bir yoldaydım. Şimdi vedalaşma zamanı.
Nesiller boyunca insanlığın istisnası olmadan bir diğerine onarması güç yaralar açtığını ve açmaya devam edeceğini iddia etsem sanırım haddimi aşmış olmam. Yaralara rağmen her alanda barış hâlâ mümkün, elbette sağlıklı bir yüzleşme ile. Oysa, biz bunları tartışmaya açarken savaş, hataları ile yüzleşmekten geri duran babaların kendine bir parazit gibi başkasının kanını emerek besin sağlaması ile can bulmaya devam ediyor. Bu sırada kadınlık, kendi yolunu bulup özgürlük savaşını vermeye direniyor. Elbette gerisinde bir takım kayıp ve acılarla. Ben bu acının doğurduğu yasa Bertolt Brecht’in Gelecek Kuşaklara şiirini yakıştırdım, hakikate yaraşır bulduğumdan değil de sırf bu şekilde baş edebildiğimden.
“Biz ki
İyiliğin temellerini atmak istedik
Dönmedi devran ne yazık
İyi adamlar bile olamadık
Siz ki
Sonunda bir gün insanın
İnsan olduğu günlere ereceksiniz
Herkesin birbirine omuz verdiği
Dürüst günler göreceksiniz
İşte o günlerde bizi
Çok da hırpalamayın yargılarınızla.”
Bertolt Brecht
[1] https://www.britannica.com/biography/Anna-O
[2] Özmen, E., 6 Ocak 2021, Freud’un Kadın Hastaları, Birikim Dergisi
[3] Herman, J., 2023, Travma ve İyileşme Şiddetin Sonuçları Ev İçi İstismardan Siyasi Teröre, 11. Baskı, Literatür Yayınları, İstanbul
[4] Teber, S., 2022, Bilimsel Bir Peri Masalı, 5. Baskı, Okuyan Us Yayınevi, İstanbul
[5] Kaplan, R. M., 2004, O Anna: Being Bertha Pappenheim-Historiography and Biography, Australasian Psychiatry • Vol 12, No 1 • March 2004