412. Bülten’den
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü 25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti’nde diktatör Rafael Trujillo rejimine karşı mücadele eden Mirabal kardeşlerin anısını yaşatmak için uluslararası […]
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü 25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti’nde diktatör Rafael Trujillo rejimine karşı mücadele eden Mirabal kardeşlerin anısını yaşatmak için uluslararası […]
Yoksulluğa ve sefalete mahkum edilen milyonlarca insanın artık barınma ve temel ihtiyaçlarını bile karşılayamadığı bir ülkeye döndük. Tüm bu yoksulluğun içerisinde çocuklarının tahsil kazanması için […]
Ergonomi, insanın fiziksel, psikolojik ve sosyal özelliklerini dikkate alarak iş sistemlerini, ürünleri ve çalışma ortamlarını tasarlamayı amaçlayan disiplinler arası bir bilim dalıdır. Kelime kökeni Yunanca […]
İktidar, toplumsal yapıları ve bireyleri şekillendiren, özellikle kadın bedeni üzerinde kurduğu baskı ile kurumsallaşmış bir yapıdır. Her alanda karşımıza çıkan iktidar, toplumsal cinsiyet alanında da […]
YAZI DİZİSİ: Sessiz Tarih: Küçük Dev Kadınlar
Mileva Maric 19 Aralık 1875’te Avusturya-Macaristan’ın Titel kentinde (şimdiki Sırbistan) doğdu. Annesi Marija Ruzic Maric (1847–1935), babası Milos Maric (1846–1922) sırp kökenli varlıklı bir aile idi. Mileva Maric, küçük yaşlardan itibaren, müziğe, resme, fiziğe, matematiğe olan ilgisiyle zeki bir kız olarak dikkat çekti. 16 yaşında iken sadece erkeklerin kabul edildiği Zagreb’deki Kraliyet Okuluna özel izinle girmekle kalmamış, burada matematik ve fizik derslerine de yine özel izinle girebilmiş ve bu derslerden en yüksek notu alarak mezun olmuştur. Bu dönemde Elektrik Mühendisi, Makina Mühendisi, Mucid Nicola Tesla ile tanıştığı ve yakın arkadaş oldukları bilinmektedir (Popovic, 2003).
Mileva Maric, 1896 yılında, Lise Bitirme Sınavında başarılı oldu ve bir dönem İsviçre’de Zürih Üniversitesi‘nde tıp okudu. Daha sonra, İsviçre Federal Politeknik Okuluna (kısa adı ETH olan) geçen Mileva Maric o yıl Matematik ve Fen Bilimleri Öğretmenliği Matematik Bölümüne başlayan tek kadındı (Highfield & Carter, 1993). Mileva Maric’den üç buçuk yaş küçük olan Einstein aynı yıl ETH’ye başladı.
Mileva Maric, 5 Ekim 1897’de EHT’yi bırakarak kış yarıyılını Heidelberg Üniversitesinde dinleyici öğrenci olarak geçirdi. Bu dönemde Einstein ile mektuplaşmaları başlamıştı. Einstein’a yazdığı ilk mektupların içeriği büyük ölçüde özgüven, bağımsızlık, çalışma disiplini ve cesaret göstergesidir. Mileva Maric, Heidelberg’den yazdığı ilk mektubunda Alman deneysel fizikçi Philipp Lenard’ın bir molekülün ortalama hızıyla çarpışmalar arasında kat ettiği ortalama mesafe arasındaki ilişkiyi açıkladığı dersten nasıl büyülendiğini ifade eder, bu konu daha sonra Einstein’ın Brown’cu hareket çalışmalarında da geçecektir. Mileva Maric ile yapılan bu yazışmalar, 1905 yılının Einstein’ın “mucize yılı” olmasını sağlayan zihinsel ve duygusal kaynakları işlevi görecektir.
Mileva Maric bir yıl sonra, Nisan 1898’de ETH’de bıraktığı bölümüne geri döner ancak Einstein’ın 1900 tarihinde yapılan ve 4.91 puan alarak geçtiği diploma sınavından 4.0 puan alarak mezun olamaz. Mektuplar, yaşamındaki bazı dramatik olayları ilk kez açığa çıkartır. 1901 yılında öğretmenlik sertifikasını almak için ETH’ye ikinci kez başvuran Mileva Maric yine başarılı olamaz. Bu dönemde sağlık problemleri ile hamileliği birlikte yaşar ve Einstein’ın İtalya’da olmasını, kendisinden uzaklaştığı şeklinde yorumlar. Altı ay sonra ise kendi ailesinin yanında Einstein’dan Lieserl adında bir kız çocuğu dünyaya getirir. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda kızları Lieserl’ın yaşamı hakkında çok fazla bilgiye ulaşılmamış olması, gayrimeşru kızlarının, Einstein’ın iş bulma şansını tehlikeye atacağı düşünülerek İsviçre’nin tutucu sosyal çevrelerinde evlatlık verildiği şeklinde yorumlanmaktadır (Ren, 2014).
Einstein’in önce çalışma arkadaşı sonra eşi olacak Mileva Maric’le tanıştığı ve birbirine aşık olduğu dönemlerde yazdığı aşk mektuplarında “Seni bulduğum için çok şanslıyım, benim eşitim, benim kadar güçlü ve bağımsız biri! Senden başka herkesin yanında kendimi yalnız hissediyorum” ayrıca “Yeni makalelerimiz üzerinde çalışmayı da dört gözle bekliyorum. Araştırmalarına devam etmelisin” diye yazdığı görülmektedir. Mektuplarında birbirlerine taktıkları isimler, Mileva Maric için (Dollie), Einstein için (Johnnie ) olarak geçmektedir. Bir mektubunda Einstein, “Göreceksin sen öğlen kahvesini yaparken, yemek pişirmek zorundayken ben tembel Johnnie her zaman ki gibi uzanıp yatacağım” (Ren, 2014). Bu mektubunda Einstein’ın cinsiyetçi iş paylaşımında erkek egemen bakış açısıyla yazıya dökülmüş düşüncelerini görüyoruz.
Mileva Maric, 1897 yılında Nobel ödüllü fizikçi Philip Lennard‘ın Heidelberg Üniversitesine misafir öğrenci olarak davet ettiği dönemde; sayılar teorisi, kalkülüs, eliptik fonksiyonlar, elektrodinamik alanında çalışmalar yaptığı bilinmektedir. 1898 yılında Zürih’e ETH’ye geri döndüğünde çalışmaları, deneysel, uygulamalı ve teorik fizik, mekanik, diferansiyel ve integral hesap tanımlayıcı ve izdişümlü geometri ve astronomi konularını içeriyordu. Einstein, 1899 Ağustos ayında Mileva Maric’e yazdığı mektupta onunla işbirliği yapmaktan keyif aldığını ifade etmiştir. Mektupların içeriği, ders dışı yaptıkları bilimsel çalışmalarla ilgilidir ve bu paylaşımların birçok yazılan mektupta devam ettiği görülmektedir (Asmodelle, 2015).
9 Mart 1900’de Mileva Marić, diploma tezinin konusunu belirlemiş ve Profesör Heinrich Weber’in onayını almıştır. Yakın arkadaşı Helene Kaufler’e yazdığı bir mektupta, “Profesör Weber diploma çalışmam için teklifimi kabul etti ve bundan çok memnun kaldı. Önümdeki araştırmadan memnunum. Einstein da kendisi için ilginç bir konu belirledi,” ifadelerine yer vermiştir. Hem Marić’in hem de Einstein’ın tez konuları Profesör Weber tarafından kabul edilmiş ve her ikisi de çalışmalarına yoğun şekilde odaklanmıştır. Helene Kaufler’in annesi Ida’ya yazdığı bir mektupta, Einstein’ın Profesör Weber’in asistanı olarak Zürih Politeknik’te kalmasının muhtemel olduğu, Mileva Marić’e ise aynı kurumda bir asistanlık pozisyonu teklif edildiği belirtilmiştir. Bu ifadeler, yazar Dragana Krstić’in eserinde de yer bulmuştur. Çiftin yazışmaları dışında, üniversite çevresindeki mektuplardan her ikisinin de ileri düzeyde bilgiye sahip olduğu anlaşılmaktadır (Krstić, 2004).
Mileva Marić ve Albert Einstein, akademik çevrelerde eşit kabul edilmiş, ancak bu bağlamda birbirlerine duydukları aşk da dikkat çekmiştir. Çift, birlikte çok zaman geçirirken en büyük tutkuları olan fizik üzerine yoğunlaşmışlardır. Konuları tartışmış, kitaplar okumuş ve Zürih ETH müfredatında yer almayan fizik konularını kendi kendilerine öğrenerek otodidakt bir şekilde kendilerini geliştirmişlerdir. Dragana Krstić, Marić’in düzenli olarak, özellikle akşam ve gece saatlerinde Einstein ile aynı masada çalıştığını, bunu sessiz, mütevazı bir şekilde ve çevrelerinin gözünden uzak yaptığını ifade etmektedir.
Marić’in akademik başarısızlığı sıklıkla vurgulansa da, bu başarısızlığın ardında yatan nedenlere ve dönemin toplumsal bağlamına genellikle değinilmemiştir. Sınıfındaki diğer öğrencilerin tamamının erkek olması, onların daha yüksek notlar almasına neden olurken, Marić en düşük notu almıştır. Prusya Bilimler Akademisi üyesi Wilhelm Fiedler, bu durumu değerlendirirken bazı üyelerin bilim, özellikle fizik alanında kadınlara yer olmadığını düşündüklerini belirtmiştir.
Pek çok araştırmacı ve yazar, dönemin muhafazakâr üniversitelerindeki, özellikle Zürih ETH’deki statükocu tutumlara yeterince dikkat çekmemiştir. Bazı akademisyenlerin, Marić’i yalnızca “konuk dinleyici” olarak görme eğiliminde olduğu öne sürülmektedir. Tüm bu zorluklara rağmen Mileva Marić, fizik alanında bilim insanı olma hayalinden vazgeçmemiş ve çalışmalarını azimle sürdürmüştür.
Mileva Marić’in akademik kariyeri, 1901 yılının başlarında hamileliği nedeniyle kesintiye uğramıştır. Bu dönemde yaşadığı stres ve zorluklar, Marić’in final diploma sınavında ikinci kez başarısız olmasına neden olmuştur. Yazar Dragana Krstić, Marić’in gizli hamileliğinin ve evli olmamasının yarattığı baskının konsantrasyonunu olumsuz etkilediğini belirtmiştir. Ayrıca, Einstein’ın Profesör Heinrich Weber ile olan alaycı ilişkisi nedeniyle Marić’in Profesör Weber ile iyi geçinemediği, bu durumun başarısızlığında önemli bir rol oynadığı ifade edilmiştir.
Eleştirmenler, Marić’in Einstein’a fizik üzerine yazılar yazdığına dair kanıt olmadığını iddia etse de, Einstein’ın Kasım 1901’de Marić’e yazdığı mektuplar bu görüşü sorgulamaya açar niteliktedir. Einstein, Marić’e gönderdiği bir mektupta, “Bana ne güzel kitaplar gönderdin… Forel’inkini de okudum, bitirdiğimde sana yazacağım. Planck’ınkini okudun mu? İlginç görünüyor,” ifadelerini kullanmıştır. Ancak, Marić’in Einstein’a yazdığı mektupların büyük kısmı günümüze ulaşmamış ve bu kaybolmanın nedeni gizemini korumaktadır.
Einstein, ilk bilimsel makalesini “Kılcallık Olaylarından Çıkarılan Sonuçlar” başlığıyla 1900 yılının Aralık ayında Annalen der Physik dergisine göndermiş, makale Mart 1901’de yayımlanmıştır. Einstein, makale ile ilgili planlarını Marić’e yazdığı mektuplarda “biz” ifadesiyle açıklamış, yayımlanmasının ardından gönderdiği mektuplarda ise “molekül kuvvetleri teorimiz” ve “araştırmamız” ifadelerini kullanmıştır. Bu ifadeler, Mileva Marić’in Einstein’ın teorilerini geliştirme sürecinde araştırmalarıyla katkıda bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır (İsaacson, 2010).
Einstein, İsviçre Patent Ofisi’nde işe başlamayı beklerken, 16 Haziran 1902’de İsviçre Konseyi tarafından Federal Entelektüel Mülkiyet Ofisi’nde geçici statüde 3. sınıf teknik uzman olarak atanmıştır (İsaacson, 2010). Aynı yıl, 1902 Paskalyası’nda, Einstein ve çoğunluğu Bern kentinden olan arkadaşlarından oluşan bir grup, “Olympia Akademisi” adını verdikleri entelektüel bir topluluk kurmuştur. Bu topluluk, yarı tartışma forumu yarı akşam yemeği partisi niteliğinde bir ortam sunuyordu.
Toplantılarda genellikle felsefe, matematik ve fizik üzerine tartışmalar yapılıyordu. Mileva Marić, Olympia Akademisi’nin çoğu toplantısına katılmıştır. Topluluk üyelerinden Maurice Solovine, yıllar sonra Marić’i “Zeki ve ağzı sıkı biri; konuşulanları dinler, not alır ama asla müdahil olmazdı,” şeklinde tanımlamıştır. Bu genç Sırp kadın, yalnızca iki prestijli Avrupa üniversitesinde fizik ve matematik okuma başarısı göstermekle kalmamış, aynı zamanda Einstein’ın sonraki bilimsel yayınlarına etkili olacak bir düşünce kuruluşunun düzenli toplantılarında yer almıştır (Krstić, 2004).
Mileva Marić ve Albert Einstein, 6 Ocak 1903’te Bern’de, yakın bir arkadaş grubu eşliğinde sade bir törenle evlendiler. Olympia Akademisi’nden meslektaşları Maurice Solovine ve Conrad Habicht nikah şahitleri oldu. Çiftin aileleri bu törene katılmadı. Başlangıçta evliliklerini Bern’deki arkadaşlarıyla mutluluk içinde paylaşan çift, zamanla huzursuzluklar yaşamaya başladı. Mileva Marić, ev işleri ve bilimsel tartışmalarda yalnızca izleyici konumunda olması nedeniyle “Yeni sorumluluklarımdan hiçbir şeye vakit kalmıyor,” diyerek durumundan yakınıyordu. Einstein’ın arkadaşları, onun giderek içine kapandığını ve mutsuz göründüğünü fark ediyorlardı.
Bu süreçte Einstein’ın Annalen der Physik dergisinde makaleleri yayımlanmaya devam ediyordu. Dördüncü makalesi, “Termodinamiğin Temelleri Teorisi” üzerineydi ve önceki üç makale gibi matematiksel bir formda, istatistiksel yöntemlere ve sigma gösterimlerine dayanıyordu (Asmodelle, 2015).
Çiftin ilk oğulları Hans Albert Einstein, 14 Mayıs 1904’te doğdu. Bebeğin aileye katılması, Mileva Marić’in kendini biraz daha iyi hissetmesini ve evliliklerine kısa süreli bir mutluluk getirdi.
Einstein, 30 Nisan 1905’te “Moleküler Boyutların Yeni Belirlenmesi” başlıklı doktora tezini sundu ve Zürich Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı. Bu çalışma, Einstein ve Mileva Marić’in önceki mektuplarında sıkça tartıştıkları bir konuydu. Dahası, bu araştırma Marić’in üzerinde çalıştığı tez konusuyla büyük ölçüde örtüşüyordu. Einstein’ın yıllarca süren çalışmaları, Annalen der Physik dergisinde birkaç ay arayla yayımlandı. Mart 1905’te, ışığın enerji kuantumlarıyla ilgili fotoelektrik etkisini ele aldığı makale, ona 1922 Nobel Fizik Ödülü’nü kazandırdı. Mileva Marić’in Heidelberg Üniversitesi’nde Profesör Lenard ile yürüttüğü çalışmaların bu makaleye ilham verdiği açıktır.
Haziran 1905’te, ünlü “Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği” makalesini yayımlayan Einstein, meslektaşı M. Besso’ya teşekkür etse de, bilimsel katkılarıyla destek veren Marić’ten hiç bahsetmemiştir. Kadınların akademide görünmez olduğu bir dönemde, Mileva Marić de Einstein’ın gölgesinde kalmıştır.
Eylül 1905’te Einstein, Bir Cismin Eylemsizliği Enerji İçeriğine Bağlı mıdır? başlıklı makalesinde kütle ve enerjinin özdeşliğini ortaya koyarak ünlü denklemine ulaştı: E=mc², yani enerji, kütlenin ışık hızının karesiyle çarpımına eşittir. Yazar Hans C. Ohanian, Einstein’ın Hataları adlı kitabında, Mileva Marić’in bu dönemde fiziğe ilgisini kaybederek yalnızca eş ve anne rolüne çekildiğini öne sürse de, bu iddia tartışmalıdır. Marić’in arkadaşı Helene’e yazdığı mektuplarda fiziğe duyduğu tutku ve akademik hayattan dışlanmışlık hissi açıkça görülmektedir.
Temmuz 1910’da çiftin ikinci oğulları Eduard (lakabı Tete) Zürih’te doğdu. Zor bir doğum süreci geçiren Mileva Marić, yoğun bir dönemde eşine makalelerinde ve derslerinde destek olmaya devam etti. Einstein, 1911’de Prag Charles-Ferdinand Üniversitesi’nde profesör oldu ve dünya çapında konferanslar vererek ün kazandı. Ancak Mileva Marić, sevmediği Prag’da yalnız kalarak bilimsel akademinin dışında kalmanın verdiği hayal kırıklığıyla depresyona sürüklendi.
1912’de Einstein, Zürih ETH’de Fizik Profesörü olarak görev almak üzere geri döndü. Marić, bu dönüşün evliliklerini ve ruh sağlığını iyileştireceğini umuyordu, ancak bu gerçekleşmedi. Depresyonu derinleşen Marić’in sağlığı bozulmaya başladı. Aynı yıl, Einstein kuzeni Elsa ile bir ilişkiye başladı ve Marić, Einstein için artık önemsiz hale geldi. Ancak Einstein, evliliği bitirecek cesareti gösteremedi.
Einstein 18 Temmuz 1914 tarihinde Mileva Maric’e ultimatom mahiyetindeki mektubunu yazdı. Mektupta evliliğin devamı için Mileva’nın yerine getirmesini istediği ağır koşulları maddeler halinde belirtti:
A-Senin görevlerin
1. Elbiselerim ve çamaşırlarım temizlenecek ve daima giyilmeye hazır halde bekletilecek
2. Üç öğün yemek yapılacak ve odama servis edilecek
3. Yatak odam ve çalışma odam her daim derli toplu ve temiz olacak, özellikle çalışma masamı sadece ben kullanacağım.
B. Zorunlu toplumsal birkaç ilişki dışında benimle tüm kişisel ilişkiyi keseceksin. Özellikle kaçınman gerekenler ise şunlardır:
1- Evde seninle birlikte oturmamı asla talep etmeyeceksin
2- Seninle hiçbir biçimde dışarı birlikte çıkıp gezmemi istemeyeceksin
C. Benimle ilişkilerinde aşağıdaki noktalara dikkat edeceksin:
1- Benden yakınlık ve şefkat beklemeyeceksin, bana hiçbir şekilde yaklaşmayacaksın..
2- Ben senden istemedikçe konuşmayacaksın.
3-Ben senden istemedikçe yatak odama ve çalışma odama girmeyeceksin.
D. Çocuklarıma benimle ilgili en ufak olumsuz laf söyleyemeyeceksin.
Einstein’nın ultimatom içerikli bu mektubundan kısa bir süre sonra, Mileva Marić bu aşağılayıcı duruma daha fazla dayanamadı ve ayrıldılar.
Einstein, Berlin Üniversitesi’nde profesörlük yapmaya başlarken Mileva Marić ve çocukları Zürih’te kaldı. Çift bu dönemde tamamen yabancılaştı ve Mileve Marić, Einstein’ın hayatından tamamen çıktı. 1919’da resmen boşandılar. Einstein, Nobel Ödülü’nü kazandığında ödül parasını Marić ve çocuklarına vereceğine söz verdi. 1921’de aldığı ödülün faiz gelirini Marić’e yolladı; bu para büyük ölçüde zihinsel engelli oğulları Eduard’ın tedavisinde kullanıldı.
Mileva Marić, Zürih’te zorlu koşullarda yaşarken, büyük oğlu Hans Albert Amerika’ya göç ederek hidrolik profesörü oldu. Mileva Maric ise yaşamının büyük bir bölümünü zihinsel engelli oğlu Eduard ile birlikte Zürih’te zor şartlar altında geçirdi. Boşanmanın ardından Einstein, Maric’e aralarındaki ilişki hakkında ömür boyu sessiz kalma şartı koymuştu. Mileva’nın, yaşamının son dönemlerinde bir arkadaşına, Einstein’ın bilimsel çalışmalarını ve enerjisini yok ettiğini, onu mali ve duygusal olarak çöküntüye sürüklediğini yazdığı iddia edilir. Maric, ilerleyen yıllarda iki kez beyin kanaması geçirdi ve aylarca felçli bir şekilde yaşadıktan sonra, 4 Ağustos 1948 tarihinde Zürih Devlet Hastanesi’nde hayatını kaybetti.
Mileva Marić’in hayatını kaleme alan Alman feminist dilbilimci ve araştırmacı yazar Senta Trömel-Plötz, onun Einstein üzerindeki etkisini şu sözlerle vurgular: “Zürih’teki ETH’de, İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü’nde, Einstein’ın matematiksel çalışmalarına dair ‘Karım tüm matematik problemlerimi çözer.’ dediği herkesçe bilinen bir gerçektir. Erkek ünlü oldu ve büyükler arasında sayıldı – kadın ise görünmez kılındı, bilinmiyor ve duyulmamış biri oldu. Erkek başardı – kadın kendini ve çocuklarını geçindirmek için çalıştı. Bu iki yaşam öyküsü, erkeklerin başarısının yapılandırılmasını, buna karşılık kadınların başarılarının sistematik bir şekilde yok sayılmasını ve çözülmesini sağlayan tanıdık toplumsal kalıpları açıkça ortaya koymaktadır”.
Trömel-Plötz, Marić’in hikâyesini daha derin bir sorgulama ile ele alır: “Einstein’a rastlamasaydı, şimdi onun bir eş olarak değil de ünlü bir fizikçi olarak hikâyesini anlatır mıydık? Ancak daha anlamlı bir soru şudur: Mileva Marić olmasaydı, Einstein yine de Einstein olabilir miydi? Doktorasını yazabilir miydi? Bern’deki araştırma bürosunda çalışabilir, Olimpiya Akademisi’ne katılabilir miydi? Marić’in zekâsı ve yeteneği olmasaydı, bu kadar yaratıcı olabilir, bir dahi olarak anılabilir miydi?”
Bu sorular yalnızca Mileva Marić’in değil, tarihin derinliklerinde kaybolan sayısız kadının hikâyesine de ışık tutuyor. Bilim, sanat ve edebiyat tarihinde erkek dahilerin gölgesinde kalan ve hak ettikleri tanınmayı göremeyen kadınların trajik kaderi, cinsiyetçi normlar ve toplumsal algılar tarafından şekillendirilmiştir. Ada Lovelace’tan Rosalind Franklin’e, Camille Claudel’den Sofya Kovalevskaya’ya kadar birçok kadın deha, erkek egemen bir düzenin içinde göz ardı edilmiştir.
Bu eşitsizlik yalnızca bireysel hikâyelerin değil, insanlık tarihinin de kaybıdır. Kadınların emeklerinin ve katkılarının sistematik olarak silinmesi, toplumsal ilerlemeyi yavaşlatan en büyük engellerden biridir. Marić’in hikâyesi, yalnızca geçmişin adaletsizliklerini değil, günümüzde de süregelen toplumsal cinsiyet eşitsizliğini anlamak ve mücadele etmek için önemli bir derstir.
Gerçek bir bilim tarihi yazılacaksa, bu tarihin kadın bakış açısıyla ve onların maruz kaldığı eşitsizlikleri göz önüne alarak yazılması gerekir. Kadınların yalnızca eş ya da yardımcı rollerine indirgenmekten kurtulup birer özne olarak anılacağı bir tarih, insanlığın gerçek ilerlemesini sağlayabilir. Mileva Marić, bu hakikatin unutulmaz bir simgesidir.
Asmodelle, E. (2015). The Collaboration of Mileva Maric and Albert Einsten. The University of Queensland.
Highfield, R. R., & Carter, P. (1993). The PrivateLives of Albert Einstein. Londra: Faber and Faber.
İsaacson, W. (2010). Einstein Yaşamı ve Evreni.
Krstić, D. (2004). Mileva ve Albert Einstein. Radovljica: Didakta.
Popovic, M. (2003). In Albert’s Shadow: The Life and Letters of Mileva Maric . Newyork: The Johns Hopkins University Press.
Ren, J. (2014). Albert Einstein ve Mileva Maric aşk Mektupları. İstanbul: Alfa Yayınları.