412. Bülten’den

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü

25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti’nde diktatör Rafael Trujillo rejimine karşı mücadele eden Mirabal kardeşlerin anısını yaşatmak için uluslararası bir dayanışma günü olarak kabul edilmiştir. Patria, Minerva ve María Teresa Mirabal kardeşler, ülkelerindeki otoriter yönetime karşı direniş hareketinin önde gelen isimleriydi. Ancak bu direngen ve cesur duruş onları diktatörün hedefi haline getirdi.  1960 yılında, Trujillo’nun emriyle üç kız kardeş acımasızca katledildi. Bu olay, yalnızca Dominik halkını değil, dünya genelinde insan hakları savunucularını da derinden etkiledi. Mirabal kardeşlerin ölümleri, kadınlara yönelik baskı, şiddet ve eşitsizlikle mücadelenin sembolü haline geldi. 

1999 yılında Birleşmiş Milletler, Mirabal kardeşlerin anısına 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan etti.  Bu gün, Mirabal kardeşlerin mücadelesinden ilham alarak kadın hakları için verilen küresel dayanışmanın sembolü haline gelmiş ve dünya çapında kadın haklarını savunmak, şiddet mağdurlarını desteklemek ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratmak amacıyla anılmaktadır. Her yıl yapılan etkinliklerle kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği için somut adımlar atılması gerektiği bir kez daha hatırlatılmaktadır.

Türkiye’de Kadınlar Engellemelere Rağmen Sokakta

Türkiye’de de 25 Kasım kapsamında kadınlar pek çok şehirde gece yürüyüşleri düzenleyerek seslerini duyurdu. İzmir’deki yürüyüşler renkli pankartlar, sloganlar ve katılımcıların yaratıcılığıyla dikkat çekerken; İstanbul’da ise protestolar polis müdahalesiyle engellendi. Özellikle İstanbul’da yaşanan olaylar, kadınların barışçıl eylemlerinin kamusal alanda ne denli zorlaştırıldığını bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak engellemelere rağmen kadınların mücadelesi, toplumsal cinsiyet eşitliği için verilen savaşın ne denli güçlü ve direngen bir yapıya sahip olduğunu ortaya koydu. 

Türkiye’deki kadın hareketi, yalnızca bireysel bir hak arayışı değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir değişim talebini de içermektedir. İstanbul’da yaşanan müdahalelere rağmen kadınların sokaklara çıkmaya devam etmesi, bu mücadelenin kalıcılığını ve kararlılığını vurguluyor. Çeşitli şehirlerdeki yürüyüşlerde sergilenen yaratıcılık, kadın hareketinin enerjisini ve çok yönlülüğünü yansıtan bir diğer önemli unsur oldu. Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan tüm bu etkinlikler, kadınların yalnızca mağdur olarak değil, aynı zamanda direnişin ve değişimin öznesi olarak güçlü bir duruşlarının olduğunu kanıtlıyor. 25 Kasım, hem kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadelenin hem de kadın dayanışmasının güçlü bir sembolü olmaya devam edecek. Bu günün küresel etkisi, kadına yönelik şiddetle mücadelede daha etkin politikalar, bilinç artırıcı çalışmalar ve dayanışma ağlarının genişlemesi açısından son derece kritik bir rol üstlenmiştir.

Patriarka ve Kadına Yönelik Erkek Şiddeti İlişkisi

Kadına yönelik şiddet, patriarkal toplumların kadın bedenini ve yaşamını kontrol etme arzusu üzerine inşa edilmiş bir tahakküm biçimidir. Erkek egemen yapılar, kadınları toplumsal roller ve normlar aracılığıyla güçsüzleştirirken, şiddeti bu tahakkümün bir aracı olarak kullanmayı normalleştirir. Bu dinamik, kadının bireysel hak ve özgürlüklerini yok sayarak, erkeklere ayrıcalıklı bir güç alanı sunar.

Ataerkil toplumlar, erkekleri güç, otorite ve kontrolün doğal sahipleri olarak konumlandırır. Kadınların ekonomik, sosyal ve politik alanda daha az temsil edilmesi, erkeklerin şiddeti bir kontrol mekanizması olarak kullanmasına zemin hazırlar. Bu yapı, özellikle kadının özgürlük talebinde bulunduğu ya da bağımsız hareket ettiği durumlarda kendini gösterir. Ataerkil sistem, kadın ve erkeğe belirli roller biçer. Kadınlar genellikle “itaatkâr”, “fedakâr” ve “ev içi rollerle” sınırlanırken, erkekler “koruyucu”, “hükmedici” ve “hane reisi” olarak görülür. Bu rollerden sapma, erkekler tarafından bir tehdit olarak algılanır ve şiddeti tetikleyebilir.

Ataerkil kültürde kadın, sıklıkla erkeğin malı veya namusu olarak algılanır. Bu mülkiyet duygusu, kadının bağımsız kararlar almasını engellemeye yönelik baskı ve şiddetle sonuçlanabilir. Örneğin, boşanmak istemesi veya geleneksel normlara uymaması, şiddetin gerekçesi haline gelebilir. Diğer taraftan şiddet “aile içi mesele” olarak görülür ve dış müdahale hoş karşılanmaz. Bu durum, erkeklerin şiddet uygulamasını normalleştiren bir dinamik yaratır. Ayrıca, kadınlar utanç, damgalanma veya ekonomik bağımlılık gibi nedenlerle şiddeti bildirmekten çekinebilir. Modern toplumlarda kadınların artan hak talepleri ve bağımsızlık kazanmaları, bazı erkekler tarafından bir tehdit olarak algılanır. Bu durum, erkeklerin şiddeti, “erkekliklerini” yeniden kanıtlama aracı olarak kullanmalarına neden olabilir.

Türkiye’de Durum

Türkiye’de son 25 yılda uygulanan muhafazakâr yönetim politikaları, kadınlara yönelik şiddetin artmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu durum, özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı söylemler, kadınların aile içindeki geleneksel rollerine vurgu yapan politikalar ve laiklik ilkesinden uzaklaşan uygulamalarla doğrudan ilişkilidir. Muhafazakâr politikalar kadınları öncelikli olarak annelik ve eşlik rolleriyle tanımlayan bir anlayışı teşvik etmiş ve kadının ekonomik ve sosyal hayattaki bağımsız rolünü geri plana atma çabası göstermiştir. Kadının “ailenin namusu” gibi kavramlarla toplumsal kontrol altında tutma hedefi güçlendirilmiş, kadına yönelik şiddeti haklı çıkaran ya da göz ardı eden bir kültürel ortam yaratılmıştır. Bunun yanı sıra kadınların ekonomik bağımsızlığını kazanmasının önündeki engeller, onları şiddet döngüsünden çıkmayı zorlaştıracak şekilde erkeklere bağımlı hale getirmiş ve eğitime erişimdeki eşitsizlikler, kadınların haklarının farkında olmalarını engelleyerek şiddetin devamına katkıda bulunmuştur.

Türkiye’nin 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede ciddi bir gerileme olarak değerlendirilmelidir. Sözleşmeden çekilmenin ardından kadına yönelik şiddeti önleme ve failleri cezalandırma mekanizmalarının etkisizleştiği, kadınların koruma taleplerinin daha az dikkate alındığı raporlanmıştır. Eğitim ve medya alanında da cinsiyet eşitliğini güçlendirecek adımlar yerine geleneksel cinsiyet rollerini pekiştiren politikaların izlenmesi, özellikle muhafazakâr medya araçları ve dini söylemler, erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurma hakkına sahip olduğu algısını desteklemiştir. Verilen mesajlar, şiddetin bireysel bir sapma değil, sistemsel bir sorun olarak derinleşmesi sonucunu getirmiştir.

LGBTİ+ bireylerin, özellikle iktidar yetkilileri tarafından sık sık “sapkın” veya “tehdit” olarak tanımlanması ve nefret söylemleri, toplumun bazı kesimlerinin LGBTİ+ bireylere karşı şiddet eylemlerine yönlenmesi sonucunu doğurmuştur. Ayrıca, İstanbul Onur Yürüyüşü gibi etkinliklerin yasaklanması ve LGBTİ+ bireylere yönelik hukuki güvencelerin yok sayılması, toplumsal dışlamayı da artırıcı etki yapmıştır. Kadınlar ve LGBTİ+ bireyler hakkında yapılan ayrıştırıcı açıklamalar, toplumu kutuplaştırarak farklı gruplar arasındaki dayanışmayı zayıflatıcı yönde etkilemiştir.

Çözümler

Kadına yönelik erkek şiddetini sona erdirmek, ataerkil yapıları sorgulamak ve sarsmanın yanında toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendirmekle mümkündür. Eğitim, yasal düzenlemeler, farkındalık kampanyaları ve kadınların ekonomik güçlenmesi, çözüm yolları arasında yer alır. Anaokulundan başlayarak,  toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları konularında eğitimin yaygınlaştırılması ve ataerkil kalıpların yeni nesillere aktarılmasını önlemek için ebeveynlere farkındalık çalışmasının yapılması zaruridir. Şirketler, kadınların kariyer olanaklarına erişimini artırmak ve cinsiyet temelli ayrımcılığı engellemek için politikalar geliştirmelidir. Kadınların eşit işe eşit ücret almasını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır. Kadınlara yönelik mikro kredi programları, girişimcilik eğitimleri ve iş kurma destekleri artırılmalıdır. Kadınların karşılaştığı sorunlara dair istatistiklerin düzenli olarak toplanması ve değerlendirilmesi sağlanmalıdır.

Kadınları koruyan yasalar güçlendirilmeli, kadına yönelik şiddete karşı daha sert cezalar ve koruma mekanizmaları uygulanmalıdır. Şiddet mağdurlarının adalete erişimini kolaylaştıracak süreçler oluşturulmalı ve İstanbul Sözleşmesi gibi kadın haklarını güvence altına alan uluslararası düzenlemeler etkin biçimde uygulanmalıdır. Erken yaşta evliliklerin önlenmesi için gereken mekanizmalar işletilmeli, 6284 sayılı Kanun ve diğer yasal düzenlemelerin uygulanmasındaki aksaklıklar ortadan kaldırılmalıdır. Koruma kararlarının ihlal edilmesi önlenmeli, yeterli sayıda sığınma evi açılmalı ve kadınların sığınma evlerine erişiminde yaşadığı sorunlar giderilmelidir. Medya araçlarının, nefret söylemleri yerine kapsayıcı ve eşitlikçi bir yaklaşım benimsemesi için gereken yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Özetle toplumun her kesiminin kapsayıcı bir yaklaşımla desteklenmesi, ayrımcılık ve şiddetle mücadelede önemli bir adım olacaktır.

Tanıtımlar
Künye
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ ADINA SAHİBİ
Ziya Haktan Karadeniz
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Evrim Aksoy
BÜLTEN YAYIN KOMİSYONU SORUMLU YÖNETİM KURULU ÜYELERİ
Burcu Başpişirici
YAYINA HAZIRLAYAN
Orhan Bilikvar
YAYIN TARİHİ
3 OCAK 2025
YÖNETİM YERİ
MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi Anadolu Cad. No: 40 K: M2 Bayraklı - İZMİR
Tel: (232) 462 33 33
Faks: (232) 486 20 60
www.mmo.org.tr/izmir
Yerel Süreli Yayın
MMO İzmir Şube yayın organı MMO üyelerine ücretsiz gönderilir.
Gönderilen yazıların yayınlanıp
yayınlanmamasına, TMMOB Makina
Mühendisleri Odası İzmir Şubesi
Yönetim Kurulu karar verir.
Yayımlanan yazılardaki sorumluluk
yazarlarına ilan ve reklamlardaki sorumluluk ilanı veren kişi veya kuruluşa aittir.
Bülten’e gönderilen çeviri yazıların kaynağı mutlaka belirtilir. Gönderilen yazılar, yazarlarına geri verilmez.
Bu web sitesi çerez kullanmaktadır
Sitemizin çalışması için gerekli olan çerezleri kullanıyoruz. Siteyi kullanmaya devam ederek bunları kabul etmiş olursunuz.
Bizi Takip Edin
MMO İZMİR
MMO
TMMOB