Bizi Soyanlar Yoksul ve Göçmen Değil, Buralı ve Zengin!
Ken Loach, 60 yıllık sinema yolculuğunu geçen yıl gösterime giren The Old Oak filmi ile sonlandırdığını duyurdu. Pek çok insanın sinemayı sevmesini sağlamış olan ve […]
Ken Loach, 60 yıllık sinema yolculuğunu geçen yıl gösterime giren The Old Oak filmi ile sonlandırdığını duyurdu. Pek çok insanın sinemayı sevmesini sağlamış olan ve […]
İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonrası oluşan düzen geride kalırken, emperyalist hegemonya “Yeni Savaş Düzeni” üzerine kuruluyor. Yeniden yıkma ve yeniden kurma eyleminin iç içe geçtiği […]
İSG İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Eğitimlerinden ; TBTs Eğitimi İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSG) sistemlerinde personel eğitimi, kritik bir süreçtir ve asla ihmal […]
Yazı Dizisi: Sessiz Tarih: Küçük Dev Kadınlar Bir insanın kaç tane babası olur dersiniz? Biraz psikanalitik kuram veya feminizm hakkında bilgi sahibiyseniz, bir diye yanıtlayacağınızı […]
İnsanlık kendi yarattığı krizlerle tarihinin en karanlık, acılı ve sonrası belirsiz bir dönemini yaşarken, dış krizlerin bir benzeri ruhlarda hüküm sürüyor. Montaj egolar, onurdan ve omurgadan yoksun bir duruş, aynada görülmeyen yüzler ve gölgesiz bedenler olduk. Bu küresel aşınmanın vurduğu en önemli tabakalardan biri aydınlar ve yüksek eğitimliler. Eğitime, bilime inanç ve güvenin yerlerde süründüğü, en iyi eğitimi alanların bile geleceklerinden emin olamadığı bu dönemde, çeyrek aydınların kültürel zeminde ezici hakimiyeti kaçınılmaz sonuç. Aydın olmak önce bilgi edinmek sonra fikir üretmek; vasat, popüler ve sahte olanın arkasındaki gerçeği görmek, göstermek; böyle yaşamanın bedelini ödemeye hazır olmaktır. Her konuda fikir yürütebileceğine inanan, okumayan, kendi gibi düşünmeyeni hiç okumayan, dil bilmeyen çeyrek aydınlar ise, seyirci ve alkış toplamak için yarım gerçekleri karikatürize ederek servis ediyorlar. Google çevirilerinden öğrenilenler, Amerika yeni bulunmuş gibi düzeyi düşük kültür piyasasına sunuluyor.
Son yıllarda çok duyduğumuz ve ağızlara yapıştığı için anlamını yitirmeye yüz tutan bu tür fikirlerden biri de, tarihin galipler ve fatihler tarafından yazıldığı, yazdırıldığı. Galiplerce yok edilen, yasaklanan, yer altına itilen kayıtlara ulaşarak tarihi yeniden yorumlamanın ve yazmanın önemini gösteren bu bilge söz, ülkemizde Cumhuriyet tarihini ve onun tarih yazımını ortadan kaldırmak için kullanılıyor. Bu çarpık anlayış ülkemize özgü değil sadece. Başkan olduğu dönemde yazdırdığı 1776 raporunda görüldüğü üzere, Trump’ın yazılı Amerikan tarihine savaş açtığı ve bu amaçla çeyrek aydınlardan oluşan bir akademik çevreyi kullandığı biliniyor [2]. Geçmişi kendi inanç ve emelleri doğrultusunda yeniden yazmaya dönük buna benzer çabalar 21. yüzyıl dünyasında sıkça görülüyor.
Ancak Resmi Tarih’e her karşı çıkış böyle kirli değil. Yaklaşık 150 yıldır sol hareketler, siyah hareket, sömürgecilik karşıtı kurtuluş hareketleri, savaş karşıtı hareketler, yeşil hareket, queer hareket, post modernler ve en sonunda da 1970’lerden itibaren kadın hareketi, tarihin beyaz erkeklerin kahramanlık ve fetih hikayelerinden oluşmadığını bilimsel ve reddedilemez şekilde ortaya koydu. Dünyanın farklı coğrafyalarında bu gruplara mensup kişilerin verdikleri mücadelenin, ürettikleri tarihsel ve ideolojik bilginin politik etkisi öyle büyük olmuştur ki, günümüz dünyasının yapılanmasında önemli pay sahibidirler.
Bu noktada bizim açımızdan öncelikle vurgulanması gereken, tarihe cinsiyetler açısından bakıldığında asıl galibin erkekler olduğu ve resmi tarihi onların yazdığıdır. Kralların, amirallerin, aristokratların ağırlıkta olduğu bu külliyat içinde kamusal alanda var olmasına izin verilmeyen kadınlara tarihin birer öznesi olarak da neredeyse hiç yer ayrılmadı; deneyimleri, katkıları, etkileri görmezden gelindi ya da küçümsendi. Kitaplara girebilenler ise, Katerina, Kösem Sultan ya da Elizabeth gibi, erkeklerin iktidar oyunlarını en az onlar kadar iyi oynayarak “politik güç” sahibi olmuş, görmezden gelinemeyecek bir avuç isim.
İzmir MMO Kadın Komisyonu olarak “Sessiz Tarih: Küçük Dev Kadınlar” alt başlığıyla yayınlamaya başlayacağımız yazı dizisi ile, “Kadınların Tarihsel Görünmezliği” sorununun çözümüne küçük katkılar sunmayı amaçlıyoruz. Komisyon üyelerimizin geniş katılımıyla ilerleyecek olan bu yazı dizisinde her ay bir ismi, öncelikle modern dönemlerde yaşamış kadınları ele alıyoruz. Elbette tarihçi değiliz ve ulaşabildiğimiz kaynakları kullanarak elde ettiğimiz verileri feminist ve tarafsız bir bakış açısıyla yeniden okumaya, yorumlamaya çalışıyor olacağız. Okuduğunuz bu yazı, yazı dizimize bir giriş niteliğindedir.
Ayrıca yaygın şekilde tanınan, tarihte yer etmiş, üzerlerine kitaplar yazılmış erkeklerin yaşam öykülerini ve kişiliklerini, özel hayatlarına ve kadınlarla ilişkilerine odaklanmaya çalışarak ele alacağız. Daha çok özel yaşama odaklanmamız, 1960’lardan beri önce ikinci dalga feminizmin ve onu izleyen feminist kuşakların sloganlaşmış argümanı olan “Özel olan Politiktir” fikrine dayanmaktadır [3,4]. Kapitalizm, dinler ve patriyarkanın ortak zeminini oluşturan ideolojik söylem, özel olanın evde, aile içinde, yatak odasında ve dile gelmemiş ağır sırlar olarak kalplerde kalmasına dayanır. Bu söylem binlerce yıldır kadınların sadece tarihte değil, yaşamın içinde bile görünmez kalmasına; kimi tanıdık figürün de sadece erkek olmalarından dolayı tarih karşısında aklanmalarına, zihinlerde yüceltilmelerine yol açmıştır.
Kadınlar politikacı ve general olmamışlarsa da, politikacı ve generalleri anneleri büyüttü. Onlar büyüyüp “tarih yazmaya” başladıklarında akşamları yine eve, eşlerinin, metreslerinin, kızlarının yanına döndüler. Bu açıdan erkeklerin “özel hayatları” tarihin merceğine tutulmadan ve kamusal hayat öykülerine dahil edilmeden, tarih ıskalanmadan yazılmış olamaz. Bu yaklaşım, özel olanın politik olmasının erkekler için de bir o kadar geçerli ve doğru olduğunu gösteriyor.
Patriyarkanın nihai biçimi olarak faşizmin geçmişin yüceltilmesine dayandığını biliyoruz. Çoğunlukla erkek figürlerin kahramanlıkları, zaferleri, “düşmanları” yok etmelerine dayanan bu hikayeler öyle boyutlara erişebilir ki, gerçeklik ve bilimsellikle bağını tamamen yitirebilir. Bu yüzden toplumsal ya da bireysel düzeyde olsun, genel tarihin ve bireylerin tarihinin doğru okunması ve yorumlanması kendiliğinden anti-faşist bir eylemdir ve sadece kadın mücadelesi açısından değil, genel olarak demokrasinin, uygarlığın ve büyük insanlığın savunulmasında önem taşır.
Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır denir. Kadınlara erkeklerin öykülerinde görünmez birer figüran olmaktan mutluluk duymayı salık veren bu beylik sözü düzeltelim: Başarılı olsun ya da olmasın, çoğu erkeğin öyküsünün arkasında mutsuz, hayatı yarım, zamanından önce yaşlanmış bir kadın vardır.
Başarılı kadının arkasında ise çoğunlukla sadece kendi güçlü iradesi ve yazılmamış öyküsü.
[1] Resim, https://www.cliohistory.org/click
[2] Foreign Policy, Ocak 2021 sayısı
[3] Kate Millet, Cinsel Politika, 1973
[4] Carol Hanisch, “Özel Olan Politiktir” adlı makalesi, 1970