
418. Bülten’den
19 Mayıs ve Cumhuriyet; Bir Direniş Mirası Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil, son derece açık anlamıyla halkın iradesini gasp eden her güce karşı etik […]
19 Mayıs ve Cumhuriyet; Bir Direniş Mirası Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil, son derece açık anlamıyla halkın iradesini gasp eden her güce karşı etik […]
23 Nisan’ın Mirası ve Bugünün Tablosu Türkiye, 23 Nisan 1920’de halk egemenliğinin ilanı ile çocuklarına ve gençlerine özgür bir gelecek vaat etti. Mustafa Kemal Atatürk, […]
EŞİK AŞILDI: SÖZ HALKTA, İNİSİYATİF SOKAKTA İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, ardından gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan süreç, Türkiye siyasetinde uzun zamandır görülmeyen […]
İktidar Hesapları; Baskı ve Korku, Siyah ve Beyaz Türkiye, uzun yıllardır toplumsal kutuplaşmanın derinleştirildiği, siyasal manipülasyonların sıradan hale geldiği, iktidarın gücünü artırmak için stratejik hamlelerle […]
Almanya’nın Potsdam şehrinde bulunmuş olanlar Sanssouci Sarayı ve yanındaki tarihi yel değirmeni arasındaki yerel efsaneyi duymuşlardır. Efsane, Prusya Kralı II. Friedrich (Büyük Friedrich) ve bir yel değirmeni sahibi arasında geçtiği söylenen bir anlaşmazlığı konu alır. Rokoko tarzında inşa edilmiş olan bu saray güzel bahçeleri ve mimarisi ile dikkat çekicidir ve Prusya Kralı II. Friedrich tarafından 1745-1747 yılları arasında inşa ettirilmiştir.
Efsaneye göre, Kral II. Friedrich, Sanssouci Sarayı’nı genişletmek istemiş ve bu nedenle sarayın hemen yanındaki yel değirmeninin sahibi olan değirmenciden değirmeni satmasını istemiştir. Ancak değirmenci, ona dedelerinden kalan değirmeni satmayı reddetmiştir. Aralarında şöyle bir diyalog geçmiştir;
Kral II. Friedrich: “Değirmeni bana satmanı istiyorum. Sarayımı genişletmek için o araziye ihtiyacım var”.
Değirmenci: “Üzgünüm majesteleri, ancak değirmenimi satmak istemiyorum. Bu değirmen benim geçim kaynağım ve ailem için büyük bir öneme sahip”.
Kral II. Friedrich: “Ben Prusya Kralı’yım ve sana bunu yapmanı emrediyorum”.
Değirmenci: “Siz Prusya Kralı olabilirsiniz, ama Berlin’de hâkimler var”.
Kral II. Friedrich bu yanıt karşısında şaşırmış ve değirmenin orada kalmasına izin vermiştir.
Hukuk sisteminin gücüne vurgu yapan bu hikâye, halkın adalete olan güvenini sembolize ederken toplumsal konumu ne olursa olsun her bireyin adalet aradığında bulabileceğinin ipucunu verir.
Adaletin gücünün şemsiyesi altında hukuk sisteminin herkes için eşit işlemesi toplumsal huzur ve güvenin tesis edilmesinin olmazsa olmaz şartıdır. Oysa ülkemizde hukuk ve adalet erozyonu, iktidarın yasalarla istediği şekilde oynayabilme çabaları ve bunun için uyguladığı algı yönetimi stratejileriyle derinleşmektedir. En son sokak hayvanları ile ilgili yasal düzenleme süreçlerine yönelik yayınlanan yalan haberler ve manipüle edici medya kampanyalarının kullanılması toplumda gerçeklik dışı bir algı yaratmıştır. Gerçeklerin çarpıtılması ve gerçek dışı senaryoların iktidarların gücünü korumak için kullanılması herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu durum, adalet sisteminin bağımsızlığını süreç içinde yok ederken, hukukun üstünlüğü ilkesini hiçe saymakta, toplumda derin bir güvensizlik ve kaygı yaratmaktadır. Türkiye’de adaletin siyasallaşması ve hukukun, iktidarın aracı haline gelmesi, adaletin evrensel değerlerinden uzaklaşıldığının göstergesidir.
Prusya Kralının değirmenciyle olan hikâyesi hukukun üstünlüğünün ve adaletin kraldan bile üstün olduğunu anlatır. Kralın, değirmencinin haklarına saygı göstererek hukuk karşısında geri adım atması, adaletin herkes için geçerli olduğunu simgeler. Bu hikâye, modern hukuk sistemlerinin temel taşlarından biridir ve hukuk devletinin ne anlama geldiğini hatırlatır. Ülkemizde birçok aydının hukuk dışı gerekçelerle hapiste tutulması, kadınları ilgilendiren yasaların sürekli kadınlar aleyhine sonuçlar yaratacak şekilde değiştirilmeye ve sokak hayvanlarını kapsayan yasanın “canlara” kast edici nitelikte düzenlenmeye çalışılması adalet değirmeninin dönmesini engellemektedir. Bağımsız yargı organlarının siyasi baskılar altında karar vermesi, adaletin temel prensiplerinin çiğnenmesine yol açmaktadır. Türkiye’nin adalet sisteminde yaşanan bu erozyon, toplumun her kesimini olumsuz etkilemektedir. Adaletin herkes için eşit ve erişilebilir olduğu bir toplum, ancak hukukun üstünlüğünün gerçekten benimsendiği ve uygulandığı bir ortamda mümkündür.
Kabotaj ve Denizcilik Bayramı 1 Temmuz’da özellikle liman kentlerinde çeşitli etkinliklerle kutlandı. Her yıl TMMOB’a bağlı odaların işbirliği ile gerçekleştirilen “Karton Tekneler Yarışı” İzmir limanda eğlenceli ve renkli anların yaşanmasına neden oldu. Kabotaj ve Denizcilik Bayramı, Türkiye’nin denizlerdeki egemenlik haklarını ve ekonomik bağımsızlığını simgeler. 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu, Türkiye’nin kendi karasularında (kıyılar ve iç sular) ticaret yapma hakkını ulusal egemenlik altında toplamıştır. Bu yasa ile Türkiye, denizlerdeki taşımacılık, balıkçılık ve benzeri hizmetleri yalnızca Türk bayrağı taşıyan gemilere tahsis ederek, deniz ticaretinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz için, denizcilik kültürünün ve bilincinin toplumda yaygınlaşması çok önemlidir ve bu bayram denizcilik sektörünün önemi, deniz ve çevre koruma bilinci, deniz güvenliği, genç nesillere deniz sevgisi ve bilincinin aşılanması gibi konularda farkındalık yaratmak için bir fırsata çevrilmelidir.
Deniz söz konusu olur da bir deniz sevdalısı Sait Faik Abasıyanık anılmaz mı? Türk edebiyatının önemli yazarlarından birisi olduğu kuşku götürmez. Ancak denizle olan derin ve özel bağı öykülerinin satır aralarından sızar ve okuyucunun zihninden huzur ve özgürlük duygusuyla eser, geçer. Denizin etkileyici doğasındaki zenginlik okurlarını büyüleyici bir dünyaya çeker. Denizle iç içe yaşamak ve derin bağ kurmak insan hayatının karmaşık yapısını iç rahatlatan bir güzelliğe teslim etmek gibidir. Sait Faik’in “Lüzumsuz Adam” kitabından küçük bir alıntı denizin insan ruhu üzerindeki etkisini ve onun özgürlük ve huzur simgesi olarak nasıl algılandığını çok güzel bir şekilde ifade eder;
“Deniz insanı çağırır, ona bir şeyler fısıldar. Dalgaların sesi, martıların çığlığı, insanı başka bir dünyaya götürür. Denizin kıyısında oturup saatlerce dalgaların dansını izlemek, insanı hem huzurlu hem de düşünceli yapar. Deniz, özgürlüğün ve sonsuzluğun simgesidir. Orada insan, kendi küçük dertlerini unutur, hayatın büyük ve anlamlı bir parçası olduğunu hisseder.”
Bu önemli gün vesilesiyle, tüm denizcilerimizin Kabotaj ve Denizcilik Bayramı’nı kutlar, denizlerde güvenli ve huzurlu yolculuklar dileriz.
ŞUBE YÖNETİM KURULU